Yaşadığımız coğrafyanın sıkıntılı siyasi ikliminde, dünya devletlerinin hakimiyet kurup ona göre gardını almaya çalıştığı Ortadoğu haritasında, varlığını sürdürüp geleceği kucaklamak gibi bir sınavla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek.
Ülke sathında yeni dünya düzeninin düzensizliğinde sağlam pozisyon alma yolunda referanduma giden halkımız, % 51.5luk oy oranıyla yeni anayasa ve Başkanlık sistemine Evet diyerek safları sıklaştırma pozisyonu alıyordu.
Evet ile Hayır arasında demokratik temayüller konusunda klasik itiraz ve söylemler olsa da halk; sağduyusuyla bir kez daha hareket edebilmeyi beceriyor, onca ayrıştırma ve bölme senaryosunu, elinin tersiyle itecek mahareti sergiliyordu.
Hayır ve şerrin nerde olacağını bilemeyecek kadar haddini bilen ve en büyük hesabın her daim Yaradan da gizli olduğuna inanan biri olarak, bu seçimin de ülkemize farklı bir ufuk açıp açmayacağını zamanın öğüten dişlileri arasına bırakıyorum.
Lakin bir durum var ki ona da tahammül edemiyorum.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının seçim öncesi, Avrupa’nın hemen hemen her yerinde gerek toplu gösteri gerekse de kendi yandaş basınları aracılığıyla Hayır kampanyalarına destek vermesi gayet açık ve net.
 Tüm Avrupa’nın Evet tarzı söylem ve propaganda yollarını tıkamasını göz ardı edip, ülkemizi sanki kendileri çok objektifmiş gibi eleştirmesi ise zaten çileden çıkartıcı.
Avrupa denen köhnemiş yapıda; Bakanlarımıza yapılanlar, terör örgütlerine bire bir gösterilen iltimaslar hatta bardağı taşıran son damla olarak Avrupa Konseyinin seçim gözlemcisi ve Alman sol parti milletvekili Andrej Hunko’nun terör örgütü bayraklarıyla poz verip, ülkemiz hakkında görüş bildirmesini ciddiye almamızı beklemesi de ayrı bir gariplik olarak karşımıza çıkıyordu.
Vatandaşlarımız köpeklerine ısırtılırken, Cumhurun Başına silah dayanmış pankartlarla Hayır diye gösteriler yapılırken ortada olmayanların, hesaplı kitaplı seçim gözlemcisi olma sıfatını neye göre kullanıp dayatıyorlar, anlamak mümkün değil.
Yalnız Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın koskoca Avrupa Birliğini Niğde’ye davet etmesini de anlayabilmiş değilim…
Bunca zamandır emperyal duygularla bize yaklaşıp, hakir görerek yıllardır kapısında bekletmiş Avrupa’ya, durup dururken “ Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye” diyerek atasözümüze nazire yapması bir yana…
Her zaman çifte standardını bizim insanımızın aleyhine kullanmış bu yapıyı Niğde’ye, üstüne üstelik eşekleriyle sürmenin manası ne ola ki?
Patatesimiz bunca sıkıntıdayken, elmamız yok pahasına alıcı bulamazken biz bu eşeklere bir de saman ikram edip, karınlarını mı doyuracağız?
Sürdükleri eşeklerin kapasitesini test edemeyen bu densizleri, Akkaya’nın o muhteşem rayihasında bekletip, oradan organize sanayinin atıklarıyla yıkayıp saman servisini öyle yapsak olur mu ki?
Ya da olmadı o sarındıkları örgüt bayraklarına iğne oyası olarak işleyip BİRKO’yu yeniden mi ayağa kaldırsak?
Evet Sayın Cumhurum!..
Siz davet ettiniz başımız üstüne…
Niğdeli Kardeşleriniz hem ne söylemek istediğinizi bilir…
Hem de kıymetinizi…
Lakin bu kadar eşek ve eşekliğe…
Yine bu kadar samanı nerden bulur buluşturur…
İşte onu bilemem…