Yüzyılın en büyük aksiyon adamı kimdir diye sorsanız hiç düşünmeden Üstad Necip Fazıl Kısakürek’tir derim. Üstad bu çağ ile hem iç planda hem de dış planda kavgasını vermiş büyük bir mefkûre ve hissiyat adamıdır. Onun üzerimizde ki hakkı anlatılamayacak kadar çoktur. Üstadın eserleriyle büyüdüm, üstadın eserleriyle düşüncelerim şekillendi diyen ne kadar çok insan vardır. Onun şiirlerinden birisini duyup ta çarpılmayan kaç kişi vardır.  Üstad bu topraklarda yaşayan ve İslami bir yaşam biçimi, bir hayat gayesi olarak gören kişilerin üzerinde tartışılamayacak kadar büyük bir emeğe sahiptir.

 

Sahte kahramanların gündemimizi işgal ettiği zamanlarda o gerçek bir kahraman olarak çıkmış ve küfür yobazlarının tekerine çomak sokmuştur. Hepimiz Necip Fazıl’ın paltosundan çıktık desek abartmış olmayız. O Müslümanlara kendine güven duygusunu getirmiş bizi bir nevi eziklikten kurtarmıştır.  Onun mahkeme salonlarında haykıran sesi aslında mazlum İslam ümmetinin haykıran sesi olmuştur. O cihadını kalemiyle yapmış ve zafer üstüne zaferler kazanmıştır. 

 

Şöhretin zirvesindeyken ve her türlü dünyevi nimetlerin içinde yüzerken metafizik kaygılar ve derin hafakanlarla kalbini Allah’a teslim eden üstad bir nevi yaşadığımız çağın bir İmam-ı Gazali’si bir Mevlana’sıdır. Bu benzetme bazı insanlara abartılı gelmiş olabilir. Fakat buhranın şiddeti ve kalb yolunun akıl yoluna gelip gelmesi bu isimlerin ortak özelliğidir.

 

Onun çile şiiri kendi çilesinin öyküsüdür.  Üstadın hikâyesi kendi kozasını delen bir kelebeğin kendini öz kafatasından kusma hikâyesidir. O nefsiyle kavgaların en büyüğünü yapmıştır.  Onda ben neden var oldum, ben bu dünyaya neden geldim soruları o kadar çok sorulmuştur ki bu ontolojik sancılar içinde aklı bir çürük diş misali atmış ve kalb yoluyla seyr-i suluk ederek Nakşibendî’ye yoluna girmiştir. O bir yerde imam Rabbani’nin bir yerde Mevlana Halit-i Bağdadi hazretlerinin yirminci yüzyıla gönderdiği bir mektuptur.

           

Doğu kültürü ile yoğrulmuş fakat batıyı da bilen ve Mecelle gibi bir hukuk şaheserini hazırlayan ekipte olan bir dedenin kucağında yetişen üstad, Osmanlının son dönemlerinde doğmuş ve bu havayı teneffüs ederek küçük yaşlardan itibaren kalbini ve zihnini kendi öz medeniyetimizin tesirleriyle doldurmayı başarmıştır. Onun yetiştiği bu iklim onu daha sonra sefahat ve günah ortamlarından uzaklaştırarak hakikat yoluna eriştirecektir.

 

Üstad Necip Fazıl Kısakürek gökyüzünden habersiz uçurtma uçurdum dediği zamanlardan sonra Şeyh Abdulhakim Arvasi hazretlerinin bir nazarı ile ‘benim efendim, ben sana bendim, bir üfledin de yıkıldı bend’im’ ‘diyerek ruhunu akreplerin deşmesinden kurtulmuş bir dâhidir.

Necip Fazıl Kısakürek Allah vergisi bir zekâ ve tecessüs ile en zor zamanlarda en girift meseleleri çözebilecek bir zihne sahiptir.

 

Üstadın eserleri bir okul niteliği taşımakla birlikte maneviyata susamış Anadolu gençliğinin ruh ateşini tutuşturan bir barut vazifesi görmüştür. Allah demenin yasak olduğu dönemlerde son sesiyle Allah diye haykıran üstad cesaret nedir tüm dünyaya öğretmiştir.

 

Necip Fazıl Kısakürek çapında bir insanın Müslümanların safında yer alması tarihin dönüm noktasını değiştirecek kadar önemlidir. Modern edebiyatın imkânlarını kullanarak İslam’ı her türlü propaganda vasıtalarıyla çağın idrakine sunan Necip Fazıl “durun kalabalıklar durun bu cadde çıkmaz sokak” diye haykıran bir uyarıcı bir muştucudur.

 

Herkes susarken konuşan ve nefesiyle buzdan dağları eriten üstad ne kadar övülse o kadar azdır. O asil yürekli ve yüksek şuurlu bir destan kahramanı gibidir. Coşkun bir şiir ırmağının denize kavuşması gibi şeyhinin gözlerinde eriyen bir derviştir. O şairlerin sultanı Hak ve hakikat yolunun dönmez yolcusudur.

 

Üstadın büyük doğular vasıtasıyla gerçekleştirdiği büyük inkılâbın tarihi henüz yazılmamıştır.

Allah bizi üstada layık olan gönül erlerinden eylesin. Merhametini ondan esirgemesin.