Dörtayak Cami’sinin olduğu yerden çekilmiş eski bir Niğde fotoğrafı görmüştüm. Konyalı Solakyan kardeşler tarafından çekilmiş bu resimde eski Niğde mezarlığını gösteriyordu. Şimdiki Hüdavend Hatun türbesinden başlayıp eski hastane, jandarma, Niğde lisesi’nin olduğu yerler resimde hep mezarlık olarak görünüyordu. Yani şimdiki şehir merkezinin olduğu yerlerin çoğu eskiden mezarlıktı. Düşündüm de belli bir zaman sonra bizimde üzerimize evler yollar binalar yapılacak ve bir mezar taşımız bile kalmayacaktı. Bu resim ibret alanlar için neler anlatmıyordu ki.
 
Çoğu zaman Niğde Belediyesi’nin mezarlık sitesine bakarım. O gün Niğde’de vefat edenlerin isimleri buradan paylaşılmakta.  Eğer vefat eden tanıdığımsa ve zamanım uygunsa cenaze namazını kılmak için Dışarı Cami’ne giderim. Çoğu zaman uzaktan bir Fatiha hediye eder rahmet dilerim. Bunun dışında evim mezarlığın yakınında olduğu için buradan gelip geçtikçe bir Fatiha okurum. Bunun dışında eğer araçta müzik çalıyorsa buradan geçerken müziği kapatırım. Mezarlıklar ve ölüm gerçeği benim dünyamda çok etkilidir. Hatta şiirlerimi okuyan bir dostum şiirlerde ki ölüm temasının fazlalığından bahsetmişti.
 
İnsanın ölüm gerçeğini görmezden gelebileceğini zannetmiyorum. Ölümü unutmak aslında hayatı unutmaktır. Hayat ölümle kıymet kazanır. Ölüm gerçeği başımızda “demoklesin kılıcı” gibi asılı olmasaydı insanın azgınlığını ve şımarıklığını ne engelleyebilirdi. Vicdanına susturucu takmış bir cemiyette yalan ve haksızlığı zulümle birleştiren megaloman ruhlar ölümün kapısından geçerken bir bit gibi küçülerek geçmeyeceklerini mi zannediyorlar. Herkesin susuzluktan dillerinin çatladığı meydanda ecel şerbetini içmeyeceklerini mi zannediyorlar.
 
Ne yazık ki günümüzde ölümü hayattan dışlayan bir algı ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Ben buna algıda körelme diyorum. Akşama kadar Derbent Mezarlığı’nın yanından geçtiği halde aklına ölüm gelmeyen insanlarla beraber yaşıyoruz.
Peki, ölümü unutmanın neresi kötü. Bir insan ağzının tadını kaçıran ölümü düşünmese ne olur sanki. Herkes ölümü düşünmek zorunda mı?
 
Ölüm arabanın freni gibi bir şey. Nasıl freni tutmayan bir araba gider bir yere çarparsa ölüm düşüncesini unutmuş bir insanda şehvetin şöhretin şiddetin duvarlarına çarpmaktan kendini kurtaramaz. Aslında hayat dediğimiz şey yavaş yavaş ölmenin değişik bir adı. Ölmemek için yemek yiyor ölmemek için barınacak yer arıyor ölmemek için iğneye ilaca sarılıyoruz.
 
Bence ölümü unutan insan dünyayı daha çok sever ve daha çok hırslanır. Hiç ölmeyecekmiş gibi kalp kırar insanları rencide eder. Kalbi kararır her şeyi anlık zevkler penceresinden seyretmeye başlar. Ölümden ve ölenlerden ibret almayanlara şaşmamak mümkün değildir. Mezarlıkları kimsenin görmediği yerlere atarak ölümü hatırlatan her şeyi hayatımızdan silerek sadece dünya hayatını ana gündeme oturtmak modern çağın bize yaptığı en büyük zulümlerden birisi olmuştur.
 
Niğde’nin ortasında Derbent diye bir mezarlık var. Bu mezarda kimimizin annesi kimimizin babası yatıyor. Ve bir gün hepimiz asıl olan o âleme gideceğiz. Bunun için ölümü hayattan dışlamak yerine kalbimizin yaralarına bir ilaç olarak görmeliyiz.  Allah cümlemizin geçmişlerine merhamet etsin. Kabirleri cennet bahçesinden bir bahçe olsun.