Zamanın hızla değiştiğine ve dönüştüğüne şahit oluyoruz.  Karşımıza çıkan hayat ihtiyaç algımızı yeniden oluşturuyor.   Düne ait çoğu şey artık hayatımızdan bir bir çıkıyor. İşte kara lastikte bazı kırsal bölgelerde hala giyiliyor olsa da hayatımızdan çıkan eşyalardan birisi olarak karşımızda durmakta.

İnsanlar eski çağlardan bu yana iklim şartlarına, kültürel ve sosyal durumlarına göre bot, çizme, mest, sandalet, nalın, takunya, terlik, çedik, potin, iskarpin gibi ayakkabı çeşitleri giymişlerdir. Ayakkabının günümüzdeki şeklini alıncaya kadar birçok aşamadan geçtiği görülür.  Geçmiş dönemlerde Anadolu köylüsü yazları çarık, çapula, yemeni, köşker ve benzeri deriden üretilmiş ayakkabıları, kışın ise mest ve lastik ayakkabıları giymişlerdir.  Tuzla terbiye edilerek gölgede kurutulan tek parça gönden yapılan çarık Osmanlıdan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar köylünün giydiği en yaygın ve makbul ayakkabı olmuştur.

Millî mücadele yıllarında Anadolu halkı birçok mahrumiyetle beraber giyecek ayakkabı sıkıntısı da yaşamış ve kurtuluş savaşı Anadolu’nun bu zorlu şartlarında yapılmıştır. O yıllarda sivil halkla birlikte askerlerinde ayakkabı sorunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gizli celselerde görüşülerek halledilmeye çalışılmıştır.

Bu yokluk zamanlarını anlatan bir kitapta geçen  “Orta Anadolu ayağı çıplak gezerdi. Köylü köyünden çıkıp şehre gideceği zaman çarığı eskimesin diye ancak şehre yaklaştığı zaman çarığını ayağına giyerdi”  cümlesi gerçekten insanın içini acıtıyor.  Hatta kıtlık ve savaş yıllarında açlıktan çarıklarını kızartıp yiyenlerden söz edilmektedir.

Çarıktan sonra Anadolu’yla en çok özdeşleşen ayakkabı türlerinden birisi kara lastiktir. Kara lastik Anadolu köylerinin alınyazısı gibidir.  Kara lastiği ilk üreten firma Gislaved firmasıdır.  Bu marka İsveç’te 1893’ten beri araba lastikleri üreten bir kauçuk firmasının ürettiği otomobil lastiğinin markasıdır. Daha sonraları “Arabaları lastikle yürütüyoruz da neden insanları da lastikle yürütmüyoruz?” düşüncesinden hareketle bir de Gislaved marka ayakkabı üretmişlerdir. Bu ayakkabı ülkemizde 1930’lardan günümüze kadar kullanılmaktadır. Kimi yerde cizlavet de kimi yerde ankara lastiği kimi yerde soğuk kuyu denir epeyce sağlamdır köy yerlerinin taşlı topraklı yollarında, dağlarında bayırlarında rahatça giyilir. Kara lastik köy çocuklarının üç numaraya vurulmuş saçlarıyla uyum içindedir .  Bu ayakkabıların tutuşu iyidir, kolay kolay ayağı kaydırmaz, çorapsız giyildiğinde ayakları vurur ve yara yapar ve de ayağı kokutur.  Bu ayakkabının bayanlara özgü versiyonu ise mavi renkli lastik ayakkabıdır.

Kara lastik ucuz olmasından dolayı tercih edilen bir ayakkabı türüdür. Yoksa maddi durumu iyi olanlar için ısmarlama ayakkabılar çizmeler ithal spor ayakkabılar her zaman için vardır. Genelde tarım ve hayvancılıkla uğraşan kırsal bölge insanlarının tercih ettiği fakir fukara dostu bir ayakkabı çeşididir. 

Kara lastiğe bizim Çamardı taraflarında çerkez lastiği denilirdi. Genelde iki marka satılırdı. Bu markalardan biri ermenek diğeri ise derby”di. Ermenek derby”e göre daha yumuşaktı. Çocukluğumuz bu ayakkabılarla geçti. Bağa bahçeye gidip gelirken ayaklarımızın değişmez aksesuarı bu ayakkabıydı. Birde bunun kışlık kara çizme versiyonu vardı.  Pırıl pırıl parlayan bu çizmeler ilk alındığında çocukların kalbinde tarifi imkânsız sevinçler doğururdu. Bayram geceleri yeni alınmış ayakkabılarını yere serilmiş döşeğinin yanına koyarak uyuyan çocukların kara gözlerindeki pırıltı belki de hiçbir yıldızda yoktu. O yıllarda insanın boğazında düğümlenen bir yoksulluk şarkısı kalbin kırık zamanların plağında dönüp dururdu.

Şimdi vakit suskun dudaklarımıza sessiz harfler gibi konarken, kara lastik giyerek büyüyen çocukların derdinden ışıklı posket giyerek büyüyen çocuklar ne kadar anlar bilmiyorum. Benim için kara lastik topraktan kopmamış zamanların, mahrumiyetlerin ve küçük şeylerle mutlu olunan zamanların hikâyesini içinde taşımaktadır. Kalbi toprağın kalbi gibi yumuşak olan insanların yerini kalbi şehrin beton kaldırımları kadar sert adamların yerine bıraktığı şu günlerde geriye dönüp arada bir nerden gelip nereye gittiğimize bakmak gerekiyor. Belki hala kara gözlerimizde o pırıltıyı bulabiliriz.