Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Kanal 7’de bir programa katıldı ve “PKK ile devletin güvenlik birimlerinin görüşmeler yaptığını biliyoruz. Bu tür görüşmeler yapılıyor mu?” sorusuna “Şu anda bizim hiçbir görüşmemiz yok” cevabını verdi. Atalay “demokratik açılım” hakkında bilgi verirken, “Terörle mücadelede tek yönlü bakış yerine yeni paradigmalar getirdik. Demokratik açılımla ilgili, istismarın unsurlarını yok etmek için çok ileri adımlar attık, bunun için çok büyük risk aldık. Attığımız adımları şimdi de savunuyoruz, diyelim ki Habur en çok tartışılan konu; ben şimdi de savunuyorum” diye konuştu ve “dağdakilerin indirilmesi için o çalışmaları yine yapacaklarını” ifade etti. 

***
 
Peki tutanakları yayınlanan 2009’daki MİT-PKK görüşmesinde ne diyordu MİT görevlisi, koordinatör ülke temsilcisine, “Öncelikle tekrar bizi bir araya getirmede katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyoruz. Sayın Fidan bizimle birlikte bu toplantıya katıldı. Kendileri başbakanlık müsteşar yardımcısı, onun da ötesinde başbakana en yakın kişilerden biri!” dememiş miydi? 
Demek ki “demokratik açılım” dedikleri, içinde Habur rezaleti de bulunan süreç, aslında hükümetin bir girişimi değil koordinatör ülkenin dayatmasıydı.. 
Zaten koordinatör ülke temsilcisi de “Şunu vurgulamak istiyorum. Bu sadece bizim fikrimizdi. Ne Türk tarafından ne de Kürt tarafından olumlu yönde herhangi bir teklif aldık. İki tarafın değil, bizim sorumluluğumuz altında girişilen bir inisiyatiftir. MİT; PKK ile Öcalan arasındaki mesajları götürüp getiriyor. Yani bu prosedürler üzerinde bir çok zorlukları aşmışlar. Yani devletle PKK arasında müzakereyle sonuçlanamayacaksa eğer; bu tür zorluklardan geçmenin bir anlamı yok. Neden o zorluklardan geçsinler ki?” diyordu. 
İyi ama şu anda PKK ile Öcalan arasındaki mesajları götürüp getirmekle suçlanan avukatlar tutuklu! Yoksa o avukatlar MİT görevlisi mi? Değilseler, asıl mesajları götürüp getirenlerden hesap sormazken, onları suçlamak bir devlete yakışır mı?
Beşir Atalay, “Terör örgütü tarafından, ‘Devlet bize verdiği sözleri tutmadı, o yüzden yaz döneminde ateşkesi bozduk’ gibi şeyler yansıdı. Bunlar doğru mu?” sorusu üzerine de “Hükümetimizin, Başbakanımızın verdiği hiç bir söz yoktu. Bu işin koordinatörü olarak söylüyorum, bizim hiç kimseyle yapılmış, sağlanmış bir mutabakatımız yoktur. Devletin bazı kurumlarının görüşmeleri vardı. Belki bazı talepler olabilir bir yerlerden, ama bizim kimseye, Başbakanımızın kimseye ne bir taahhüdü ne bir sözü olmuştur. O günlerde yine basında yazıldığı gibi mutabakatlar ve saire öyle şeyler olmamıştır” dedi. 
MİT-PKK görüşmesini sağlayan koordinatör ülke temsilcisi ise “Abdullah Öcalan tarafından üretilen kendi fikirleri parlamentoda yasa çıkaracakları zaman dikkate alınacaktır. Kendisinin parlamento için ürettiği öneriler dikkate alınacaktır” demişti. 
Hakan Fidan da görüşmede, “A. Hanım’ın da dediği gibi yaklaşık bir ay önce İmralı’da sayın Öcalan ile bir araya geldik. Müsteşar yardımcısıyım ama sayın başbakanımızın özel temsilcisiyim. Şu an özellikle Türkiye’nin Orta Doğu’da taraf olduğu krizlerde arabuluculuk görevlerinde ekip varsa ekibin içerisindeydim, şahıs varsa da şahıs olarak görev aldım” demişti. Durum çok açık değil mi? Ortada bir taahhüt yoksa, bugünlerde ne diye Abdullah Öcalan’ın “demokratik özerklik” talebi, “Yeni Anayasa!” için gündeme getiriliyor? 

***
 
Ve yine Hakan Fidan, “Ama bir noktadan sonra verilen raporlar çerçevesinde olayın teknik görünen bir çalışmadan öte daha siyasi içerikli, daha farklı bir boyuta taşınması ihtiyacı hasıl olunca sayın Başbakanımız bu konuda beni görevlendirdi. Takdir edersiniz ki oldukça hassas bir durum, siyasi riski kabul edilemeyecek derecede yüksek bir durum” dememiş miydi?