Soğuk savaş sonrası dünya yeniden dizayn ediliyor. Ekonomik, sosyal, kültürel ve demokratik yönden gelişmişliklerine göre ülkeler yeni düzende söz sahibi olmaya çalışıyor. Yeni küresel düzende ekonomik yönden üretici, sosyal yönden birlik içinde, siyasi yönden ise demokratik olabilen toplumlar giderek etkinliklerini artırıyor.
Türkiye’deki iktidar, yok olmaya yüz tutmuş hayvancılığı, tarım ve meyvecilikte karşılaşılan devasa sorunları, unutulmaya yüz tutmuş üretimi ithalat ile çözmeye çalışıyor. Sosyal barışını ise ABD ve AB’nin çeşitli mahfillerinden hazırlanmış olan “açılım” projelerini devreye sokarak sağlamaya çalışıyor. Kısacası Türkiye, tüketimi teşvik ederek, sosyal kargaşayı geliştirerek ve iktidar baskısını demokratik göstererek sorunlarından kurtulmaya çalışıyor.

Siyasi sefalet!
Türkiye’nin bugünkü en büyük sorunu üretimsizlik, kalitesizlik, terör, işsizlik, adaletsizlik ve yoksulluktur. İktidar, üretim yerine tüketimi azdıran, işsizliği çözmek yerine sosyal yardımı yaygınlaştıran, terörü önleyecek tedbirleri almak yerine terör örgütü ile işbirliği yapan, demokrasiyi geliştirecek yerde baskıyı daha da artıran bir strateji izliyor. İktidar ve ana muhalefetin, ülkenin gerçek sorunu olan üretim, ihracat, terör, adalet, kaliteli eğitim ve demokrasi konusunda karşılaşılan sorunlardan vebadan kaçar gibi kaçtıkları gözlenmektedir.
Bu da yetmiyor Türk kamuoyu içeriksiz, niteliksiz ve anti demokratik tartışmalarla meşgul ediliyor. “Heykel” , “içki” , “yaşam tarzı” , “kılık kıyafet” bunlardan bir kaçıdır. Diğer yandan Başbakan Erdoğan, bir yandan “ileri demokrasi” den söz ediyor, diğer yandan “ya bizdensiniz ya da darbecisiniz” , “ya taraf olacaksınız ya da bertaraf” türünden tehdit yüklü sözler söylüyor. Aynı Erdoğan, “Hakkında kesin hüküm bulunmadıkça hiç kimseye suçlu gözüyle bakılamaz” demeyi de ihmal etmiyor. Türkiye’de siyaset, sefalet denilecek düzeyde irtifa kaybetmiş bulunmaktadır.

Ergenekon ve Dersim!
Başbakan, “Ergenekon’un savcısıyım” dediğinde zamanın ana muhalefet lideri ise ben de “Ergenekon’un avukatıyım” sözleriyle içeriksiz tartışmalar dönemini başlatmıştı.
Durum ana muhalefet yönünden bugün de pek farklı değildir. CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu aradan geçen yıllara karşın bir sonuca ulaştırılamayan “iddia edilen Ergenekon terör örgütü” ne atıfta bulunarak “Nerede bu örgüt? Gideceğim üye olacağım!” diyor. Başbakan Erdoğan ise Kılıçdaroğlu’na “Danıştay’ın 2’nci dairesine, kanlı 1 Mayıs’ın yaşandığı Taksim’e, Dersim’e git!” diyerek adres gösterdi. Kılıçdaroğlu, “Sayın Başbakan’ın sözünü tuttum, adrese baktım, Sivas Davası’na baktım, karşıma Hayati Yazıcı (Devlet Bakanı) çıktı” diyor.
Davaların mahkemelerde mi yoksa ana muhalefet ile iktidar ve medya arasında mı görüldüğü konusunda halkın kafası iyice karışmış durumdadır. Hakkında kesin hüküm bulunmadıkça herkes masumdur! Bu temel ilkedir. Mahkemenin bu konuda kesin hükmü yoktur. Ancak Başbakan ve ana muhalefet lideri bir birlerine karşıt olarak kesin hükümlüdür. Ön yargı içinde yargısız infaz yapmaktadır.
Başbakan, “iddia edilen Ergenekon terör örgütü”  için “Dersim’e git!” derken ülke adına çok fahiş bir hata yapmaktadır. Hem de Tayyip Erdoğan’ın geçmişteki sözlerini gerekçe göstererek Dersimliler’in, 1937/38 yıllarında yaşananların “katliamın soykırımı” olarak tanınması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlandığı bir dönemde “terör örgütü için Dersim’e git!” demesi manidardır.
Türkiye’de ana muhalefet ve iktidar arasında anlamsız, içeriksiz ve tehlikeli bir üslupla yürütülen siyasi polemikler ülkeye büyük zarar vermektedir. Bu siyaset ülkenin güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir.
Ana muhalefetin ve iktidarın, yukarıdaki hususlarda MHP’nin ve liderinin takındığı ağırbaşlı ve sorumlu tavrı yakından izlemeleri ülkenin yararına olacaktır.