Cağdaş insan ürettikleri, tükettikleri, inandıkları ve yaptıkları ile ilkel insandan daha tehlikeli bir konuma düşmüştür. İnsanlık günümüzde sosyal, teknolojik ve kültürel çevresi üzerinde olan geleneksel denetimini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. İnsan bugün kendisini makineleştiren, metalaştıran ve sonunda köleleştiren rasyonalist ve teknokratik bir saldırı ile yüz yüzedir. Isınmak için kullandığı ateş artık insanın kendisini yakmaya başlamıştır.

Ani değişmeler bunalım yaratır. Bunalımın ürettiği sarsıntılar köyden kente ya da cemaatten cemiyete dönüş sırasında daha somut olarak görülür. İnsanlar bu esnada iki arada bir derede kalma sendromuna yakalanırlar. Bilindiği gibi geleneksel toplum, bir anlamda cemaatçi köye dayalı kapalı “biz” duygusunun geliştiği, “mekanik dayanışma” nın hâkim olduğu toplumlardır. Bu yapıdan zihinsel olarak sanayi toplumunun egemen olduğu yapıya evrilmek kolay değildir.

Sanayi toplumu işbölümünün geliştiği, nüfusun arttığı, bunların sonucu olarak da “organik dayanışma” nın hakim olduğu, karmaşık yapıya sahip, “yüz yüze ilişki” lerin ve “biz” duygusunun azaldığı büyük kent toplumlarıdır. Sanayi toplumunda hiç kimse kendine yeterli değildir. Yine sanayi kesiminde çalışan insanlar büyük ölçüde inançlarını yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır. İnsan ilişkileri arasına giren soğuk ve duygusuz demir yığını, en önemli insani öğe olan “şefkat”, “tolerans” ve “esnekliği” büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. İlişkileri büyük ölçüde sınırlanmış, inancı sarsılmış bireyin, bunalım içine düşmesi de doğaldır. Hepimiz şu veya bu ölçüde bir makine gibi hareket etmekteyiz. Hislerimizi, insafımızı, toleransımızı ve sevgimizi büyük ölçüde kaybettik. Büyük ölçüde insanlar yığınlaştı. Toplum, ortak normları olmayan, aynı duyguları taşımayan, hiçbir müşterek hedefi bulunmayan kitleye dönüştü.

Günümüz dünyasında herkes ipekböceği gibi kendi kozasının derdine düştü. Kendi hayatını kurtarma mücadelesindeki yoğunluk, insanı diğer yaratıklardan ayıran farklılıkları da ortadan kaldırdı. Politikada, ekonomide, aile yaşamında ve dini hayatta, hatta hayatımızın tamamında 18 ve 19. yüzyılın sarsılmaz gerçekleri ya yıkılmış ya da çözülmüş bulunmakta, buna karşılık çağdaş yaşamı çerçeveleyen, görenekleri belirginleştiren yeni toplumsal değerler görülmektedir.

Sanayileşmenin sosyal zırhının olmaması, gecekondulaşma, teknoloji ve egemen bürokrasi; insanlığı temel değerler yönünden tartışmaya açmıştır. Tüfeğin icadı mertliği bozmakla kalmamış; sosyal ilişkileri, hayatı yorumlamayı, yaşama ve yönetim tarzını da önemli ölçüde değiştirmiştir. Sanayi toplumunun, giderek de bilgi toplumunun insanı yalnızdır. O kadar yalnızdır ki, insan, kediden, köpekten veya cansız eşyalardan dostluk beklemektedir. Kalabalık içinde yalnızlığı yaşayan milyonlarla karşı karşıyayız.

Neticede, inanç sistemleri, değer yargıları, ekonomik, aile, siyaset ve sosyal hayat günümüzde boyutları çok yüksek bir sarsıntı geçirmektedir. Çağın ihtiyaçlarını karşılamadığı için çiğnenen, terk edilen “norm” ların yerine yenisi konamamıştır. İhtiyaç ile ihtiyaç olmayan, faydalı ile zararlı, haklı ile haksız birbirine karışmıştır. Bütün bu kargaşa ve kaos insanlar arasındaki depresyon ve stresi zirveye çıkarmıştır. Hastalıkların artması, sapmaların yoğunlaşması ve başkaldırıların çoğalmasında bu hususların göz ardı edilemez etkisi vardır.