Bu ülkede hükümetler değişir, politikalar, sistemler, kanunlar, yönetmelikler değişebilir. Ama devlet geleneği asla değişmez ve değişmemelidir.
Yine bu ülkede bazı rant çevreleri, basın kartelleri, siyasi kirliliğe sebep olan birtakım politikacılar, devletin resmi kurumlarını sanki “kendi partilerin arpalığı” gibi düşünmektedir.
Diğer taraftan AB’nin baskısıyla Heybeli adada bulunan Rumlara ait Ruhban Okulunun bünyesinde Harp Okulunun açılması istenmektedir Kuşkusuz, asıl görevi din adamı yetiştirmek olan bu okulların, din adamı değil gayeleri militan yetiştirmek olacaktır.
Heybeliada 16.936 metrekarelik bir alan üzerinde, 809 yılında bir Manastır kurulmuş, 1772 yılında bu manastıra küçük bir okul ilave edilmiştir. Daha sonra bu manastırın ülkeye zararlı Faaliyetleri tespit edilerek kapatılmıştır. İngilizlerin baskısıyla 1844 yılında manastır ve papaz okulu yeniden açılmıştır. 1951–1952 yılında Heybeliada’da dört yıllık liseye dayalı Ruhban Okulu açılmasına izin verilmiştir 1957 yılında Kıbrıs meselesi ortaya çıkınca bu oyunun farkına varılmış ve duruma el konulmuştur.
12 Ocak 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Heybeli adada papaz yüksek okulunun açılması reddedilmiştir. AB’nin isteği üzerine 1971 yılında yeniden açılan “Özel Heybeliada Rum Erkek Lisesi” Lazan anlaşmasına aykırı olduğu için1984 yılında okul yeniden kapatılmıştır.
Anayasa’nın ikinci maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti laiktir; dolayısıyla dini öğrenim yapan özel bir okul açmak ve yönetmek yasaktır.” 625 sayılı kanunun 3. maddesinde; “Askeri okullar, dini eğitim ve öğretim yapan özel öğretim kurumları ile emniyet teşkilatına bağlı okulların aynı veya benzeri özel öğretim kurumu açılamaz” denmektedir
Buna göre; Patrikhane, bir vakıf statüsünde olmadığı için Patrikhane’ye bağlı özel yüksek öğrenim kurumu açamaz. Bu temel şartlar ortadayken, Patrikhane’nin Heybeliada Ruhban Okulu için talep ettiği statü yasalara aykırıdır.
1772 yılında, Türklerin aleyhinde, Patrik III. Pantenios, Eflak ve Boğdan voyvodalarını isyana teşvik etmiştir. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa, Patriğin asılmasını emretmiştir. 1827 yılında ise Mora ve Yunan isyanında Patrik Gregorios’un isyanın içinde olduğu anlaşılmış, Padişah II. Mahmut ve sadrazamı Benderli Ali Paşa, Patriği azlederek astırmışlardır.
Osmanlı’nın son döneminde İstanbul’da ve Anadolu’da bulunan papazlar birer militan gibi çalışmışlar, okulları ve kiliseleri cephaneliğe çevirmişlerdir.. Mustafa Kemal Atatürk bu şer yuvası için bakınız ne diyor;
“İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerleri olmaktan ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktadır.” (Vesika 1, Nutuk, Kemal Atatürk)
Son günlerde İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın İstanbul’u “Dünya Devletlerinin Başkenti” yapma çabalarının altında da zımnen bu gerçekler yatmaktadır.
Türkiye üzerine oynanan oyunlar sadece bunlardan ibaret değildir. BM, AB, UNESCO, ABD, Dünya Kiliseler Birliği, İstanbul’daki Patrikhaneye maddi yardım yapmakta adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Acaba neden? Gayeleri eski Bizans’ı yeniden canlandırmaktır.. İstanbul’u önce uluslararası bağımsız şehir haline dönüştürmek, sonrada Ekümeniklik kararı aldırıp Bizans’ın resmen kuruluşu için Türkiye Cumhuriyeti hükümdarlığını tartışır hale getirmek olacaktır.
Türkiye, dış baskılarla, taviz üstüne tavizler vermeye yönelik çalışmalar yapmaktadır. Doğu’da Ermeniler, verimsiz Türk arazilerini, boş köyleri iyi para vererek satın almakta, Urfa’da İsrail devleti, Orta Doğunun en büyük kadın doğum hastanesini kurup, doğum yapacak kadınları helikopterle buraya getirip doğum ve kayıt işlemlerinden sonra geri götürmektedir. Yahudilerin mukaddes kitapları Tevrat’a, “Arz-ı mev’ud” saçmalığı ile Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmının kendilerine ait olduğunu iddia etmektedir
Ege, Marmara, Akdeniz sahilleri, Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde en güzel yerler yabancılara satılmaktadır. Devlete ait kurumlara gelince;
Telsim, Türk Telekom, Araplara, Kuşadası Limanı İsrail’e, İzmir Limanı Hong Kongluya, Araç muayene işi Alman şirketine, Başak Sigorta Fransızlara, Adabank Kuveytlilere, İETT Garajı Dubaili' bir şirkete, Avea Lübnan’a, Petkim Ermeni şirketine, Finansbank Yunanistan’a, Oyakbank Hollanda’ya, Denizbank Belçika’ya, Türkiye Finans Kuveytli bir firmaya, TEB Fransıza,. Cbank İsrail’e, MNG Bank Lübnan’a, Alternatif Bank Yunanlıya, Dışbank Hollanda’ya, Şekerbank Kazak şirketine, Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'a. Turkcell'in yarısı Finli'nin yarısı Rus'un, Beymen'in yarısı Amerikalının, Enerjisa'nın yarısı Avusturyalının, Garanti'nin yarısı Amerikalının, Eczacıbaşı İlaç, Çek'in,. İzocam Fransız'ın, TGRT (Fox) Amerikalının, Demirdöküm Alman'ın, Döktaş Fransız'ın, Süper FM Kanadalının. Etibank Amerikalı şirketlere satılmıştır.
Türkiye’de Bor madeni rezervi Dünya ölçeğinde yüzde 70`ine sahiptir. Uluslararası teröristler Türkiye uyanmadan bu kaynağı ele geçirmeyi planlıyor Bu bilgi, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi verilerine dayanmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk, 1925 tarihinde Meclisten çıkarttığı “Medeni kanunla” azınlıklara tanınan bazı hakları ortadan kaldırmıştı.
TBMM inden geçirilen vakıflar yasası Türk milletinin kalbine saplanan hançer gibidir. Görülüyor ki, çıkarılan vakıflar kanunu, azınlıklara geniş haklar tanımıştır. İstanbul’da ve diğer illerimizde en değerli taşınır-taşınmaz mal ve mülklere bundan böyle Rum Patrikhane vakıflarına aittir. Sırf İstanbul’da 167 vakıf arazisi resmen. Fener Rum Patrikhanesine aktarılmıştır.
Azınlıkları ve Avrupalı dostlarımızı memnun etmek için çıkarılan Vakıflar kanunu Atalarımızın kemikleri sızlatacaktır. Atatürk’ün yasakladığı azınlıklara mal edindirme kanununu ortadan kaldırılmıştır. Neticede bu milletin geleceğine ipotek koymuştur.
“Tarih tekerrürden ibarettir. Eğer tarihten ibret alınsaydı Tarih hiç tekerrür eder miydi?”