2013 Yılı Bütçesi, sendikaların perişanlığı ve asgari ücret sefaleti
 
2013 mali yılı bütçe tamamlandı sırada 2013 yılı için asgari ücretin belirlenmesi var. Hükümet ve işverenler malumun ilanını bu gün veya yarın açıklayacaklar.740 TL civarında bir rakam günlerdir telaffuz edilmekte.2013 yılı için açlık ve yoksullukla eş anlamlı olan 740 TL rakamı veya civarı bir asgari ücret işçi ve emekçiler için insanca yaşama koşullarının yok edilmesiyle de eş anlamlıdır.
 
    Şu ana dek siyasal iktidarın bütçe ve asgari ücret politikalarını zorlayacak bir tepki ortaya çıkmış değil. Şüphesiz toplumsal muhalefetin çeşitli kesimleri yaptıkları basın açıklamalarıyla itiraz edermiş gibi görüntü veriyorlar. Türk-İş’in mevcut yönetimiyle araya mesafe koyan Sendikal Güç Birliği Platformu ve konfederasyonumuz KESK şimdiye dek sadece basın açıklaması yapmakla yetindi.20 Aralık’ta Büro Emekçileri Sendikasının aldığı 1 günlük grev kararına bile sahip çıkamayarak yeterli dayanışma gösteremediler
 
    Hükümet sözcüleri ve egemenlerin yaygın medyadaki “şak şakçıları” toplumsal muhalefetin ve elbette başta sendikaların bu tepkisizliğinden güç alarak “millete hizmet” propagandasını ballandıra, ballandıra anlatmaya devam edebiliyorlar. Bu propagandanın en temel dayanağı ise bütçeden eğitim ve sağlığa ayrılan paydaki artış olarak gösteriliyor.
 
    Oysa 2013 bütçesinde Maliye Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığı’na ayrılan pay -buna emperyalist ve yerli tekellere borç ve faiz ödemeleri kalemi de denebilir- bütçenin üçte birini (yaklaşık 147 milyar Lira) oluşturuyor. İkinci sıradaki aslan payını (52,3 milyar lira) ise “güvenlik-savunma” kurumları (İçişleri ve Savunma bakanlıkları ile Emniyet, MİT, Jandarma, Sahil Güvenlik, CGM gibi devletin zor aygıtları) kapmış durumdalar. Buna bir de 11 bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi eklendiğinde, hükümetin “millete hizmet aşkı” tüm çıplaklığıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor. Eğitim ve sağlığa ayrılan paydaki artışın emekçiler için olduğu yalanına kanmak içinse, her iki alandaki özelleştirme politikalarından, eğitim ve sağlık sektörlerindeki yıkımlardan bihaber olmak gerek.
 
     Asgari ücrete sadaka düzeyinde artış yapmak yetmezmiş gibi, 2013 yılı için öngörülen “ekonomik alacakaranlık” bahanesiyle ısınma, barınma ve mutfak harcamalarına şimdiden artış yapılacağı dillendiriliyor. Yani egemenler bir kez daha kaşıkla verdiğini zorunlu tüketim ürünlerine yapıkları zamlarla kepçeyle geri alıyor. Olayın özü özeti; siyasal iktidarın 2013 bütçesi ve asgari ücret kırıntısı, geçmiş 10 yılda olduğu gibi her şeyden önce zenginlerin palazlanmasını öncelemektedir. Tersinden okur isek, işçiler, emekçiler ve ezilenler 2013 yılında geçmişte olduğundan daha fazla sömürülüp daha çok ezilecekler.
 
     2013 ekonomisi aynı zamanda 2014 Mart seçimlerine kadar olan dönemde siyasal iktidarın ideolojisine uygun hale getirilen YÖK, yüksek yargı ve benzeri iktidar mevzileri üzerinden de emekçilere yönelik saldırılarını yürüteceğinin sinyalleri verilmekte. İktidar sözcülerinin “Bürokratik Oligarşi”, “yürütme, yasama, yargı” erglerinin bağımsızlığı üzerinden başlattığı tartışmalarla neyi hedefledikleri görmemek için “kör” olmak gerekir.
 
      Siyasal iktidarın söyleminin ve bizatihi kendisinin alternatifsiz görünmesinin, uygulamaya sürdüğü ekonomik politikalara ve yaşamın her alanına nüfuz ettirmek istediği dinsel ideolojiyi dikensiz gül bahçesinde gezermiş gibi uygulaya bilmesinin temelinde sendikal bürokrasinin sınıf içerisinde yarattığı tahribat ve kontrol imkânlarıyla istediği gibi at koşturabildiği gerçekliliği yatmaktadır.
 
     Bu alanda başta Hak-İş ve Türk-İş ağaları olmak üzere Memur-Sen, Kamu Sen gibi sendikal yapılar siyasi iktidarın yanında, onun dağıtığı ulufelerle yetinir gözükmekten çekinmiyor ve sınıf mücadelesini parçalamak, emekçilerin bilinçlerini bulanıklaştırmak için kendilerine verilen görevi layıkıyla yerine getirmeye devam etmekteler. Senelerdir asgari ücretin belirlenmesinde sahnelenen trajikomedideki figüran rolünü içselleştiren Türk İş kuruşluk artışların altına “şerh” düşmekten gayrı bir şey yapmamanın çaresizliğinde kıvranmakta. Emekçilerin hafızasında silinmeden kalacak olan “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun” çıkışı sürecinde bu konfederasyonların temsil ettikleri sınıfa nasıl ihanet ettikleri, sermayeyle kol kola işçileri nasıl sattıkları tap taze benliğimizdedir.
 
    Türk-İş ve Hak-İş’in iki büyük sermaye örgütü ile (TİSK ve TOBB) el ele vererek “işyeri önünde grev çadırı kurulamaması”, “sendikal tazminatın ödenmemesi” gibi ağır koşullar içeren gizli bir ihanet protokolüne imza attıkları artık bilinmekte. Türk-İş yönetiminin bürokratik sendikacıları arasında dahi soruna dönüşen, gelinen yerde Türk-İş’i olağanüstü genel kurula kadar götürecek olan bu ihanet protokolü gün yüzüne çıktıkça emekçiler kimim dost, kimin düşman olduğunun farkına daha rahat varacaktır ümit ederim.
 
     Savaş çığırtkanlığının ayyuka çıktığı, işçi ve emekçi kitlelere koyu bir sefaletin ve karanlık bir geleceğin dayatıldığı bu günlerde “günü” kurtarmak, emekçi kitleleri pasifize etmek, kendini tekrar eden eylem ve etkinliklerle oyalanmaların vebali bu bürokratik sendikacıların boyunlarına asılacak yaftadır.   
 
     Sınıf bilinçli işçilerin emekçilerin çok iyi bildiği ve bu günlerde sıkça yapılan bir tespit ile yazımızı bitirelim! Ülkemizde çalışma koşulları emekçiler aleyhine radikal biçimde yeniden re organize edilip, olabildiğince güvencesiz, esnek ve ucuza çalıştırmak yaygınlaştırılmak istenirken susmak, hareketsiz kalmak çürümeyi getirir. Ülkemiz sendikal örgütlülüklerinde kendi konfederasyonumda dâhil yaşanan tamda bu çürümüşlük halidir.