Güneşi içen bereketli bir ovanın içinden gün ışığıyla yıkanıp çıkarken, güllerle dolu bir bahçede dinlenip zamanı var edene secde etmek ne güzeldir. Güzellikler ülkesine doğru yola çıkan bir kervana takılıp duyguları ruhun vatan-ı aslisine sürmek ne güzeldir. Ve ne güzeldir bir parça ekmeğin, bir parça suyun kalbinden şükürle kanatlanan dualara erişmek.
 
Şimdi bir rüyanın tabirine kurulmuş kâhinler. Ağarmayan saçlarını ağartan bir şimal rüzgârına kapılmış düşlerin perisi. Zaman dingin bir ırmak gibi akıyor bir hüznün yatağında. Kalabalıkların yazısına yalnızlığın turası düşüyor hep. Bir kafesin içinde bülbül acı şarkılarını söylemeye devam ediyor. Dünya ise her zaman ki umursamazlığıyla dönüyor dönüyor.
 
Tüm bu olup bitenlerin dışında, bir masalın avuçlarını okşayan saatlerin nabzını sayan hüzün alıcı kuşlar misali üstümüzde dönmeye devam ediyor. İnsanlar doğuyorlar büyüyorlar ve de ölüyorlar. Bu döngünün içinde değişmeyen tek şey ise kaderin kıldan ince keskin rotası. Kader bir başak gibi boynunu büküyor takdirin karşısında.
 
İnsanın macerasını anlamak için onun doğduğu büyüdüğü ve yaşadığı yeri de anlamak gerekiyor. Her insan bir su misali yaşadığı yerin şeklini alıyor. Bazı zamanlarda ve bazı mekânlarda coğrafya insanın kaderidir deyip işin içinden çıkıyoruz. Fakat bu arada asıl olan coğrafyayı unutuyoruz. Gelip geçici suretlerin ortasında kaybolup duruyoruz.
 
Bor şehri bozkırın dağ ile kavuştuğu yerde iklimleri çerçeveletip gökyüzünün duvarına asarken sırtında eski bir heybe kalbinde tarifsiz hüzünlerle yol alan bir derviş gibi duruyor karşımızda. Modern hayatın ve geleneğin hamurunu yoğurup kendine göre bir sentez yakalamış durumda. Eski ile yeninin kesiştiği yerde her zaman baki kalacak değerlerle kuşatılmış bir anlayışı taşıyor ruhunda. Orijinalliği bozulmamış yapısıyla geçmişin mektubunu gelecek çağlara taşımaya devam ediyor.
 
Bor şehri bir denizi andırıyor. Fırtınalarla dalgalanıp durulan bir denizi. Bor limanına demir atan gemiler burada suların şarkısını dinliyorlar. Sular bir bulanıyor bir duruluyor. Can gemileri demir atacağı Acıgöl mezarlığına doğru son seferine çıkıyor. Bir mezar taşını omuzlayıp gidiyor gölgeler. Asıl vatana doğru uçuyor ruh kuşları. Yaşamdan ölüme doğru açılan kapıların yolcuları bir nefes miktarı konaklayıp asıl olan menzile doğru gidiyorlar.
 
Gam yükünün tüccarları geliyor Bor pazarına. Bor’un pazarı hiç geçmeyen bir iklimin kalbinde kuruluyor. Can bineğini sürseler bile gönül mülkünde yıkılmayan bir saltanat kuruluyor Bor şehrinde. Bu saltanatın padişahlarını aradığımızda;  Sarı Saltuk, Ahmed Kuddusi ve daha nice Allah dostlarını görebiliyoruz bu iklimde.
 
Bor içinde bir Bor var. Zahirin kabuğunu delip batının kalbine gidenler için Bor şehrinde bir düşü kül eden başka bir âlem var. İnsanın var oluş gayesini öteler ötesine doğru açılan bir yolda arayanların görebileceği bir yol var. Bu yol kıvrım kıvrım bu yol taşlarla dolu. Bu yol Haktan gelip Hakka doğru gidenlerin yolu.
 
Şehr-i Bor içinde gül alınıp gül satılan bir pazar var. Şehr-i Bor içinde ötelere müteveccih bir nazar var. Gözlerini renklere tutsak etmeyenlerin görebileceği bir renk, eşyanın içindeki hikmeti çözen bir ahenk var.
 
Peki, tüm bunların adresi nerede. Bu bahsettiğin iklimi ben Bor şehrinde göremiyorum diyorsanız eğer size Ahmet Kuddusi hazretlerini adres gösteririm. Evet, bu şehrin manası önce kalbimizde daha sonra ise Hak âşıklarının kutlu yolundadır. Yeter ki içimizde ki şehri keşfedelim. Yeter ki kendimize yabancılaşıp kalmayalım.
 
Evet, şehirler bu vakte değin hep taşla toprakla anlatıla gelmiş. Bir şehri var eden asıl unsur taş değildir toprak değildir. Kim ne derse desin bence şehirlere kimlik kazandıran o şehrin kültür ve medeniyet unsurlarıdır. Tek tip caddeler tek tip konutlar tek tip parklar bahçeler dünyanın her yerinde var. Önemli olan bir şehrin kendine özgü değerlerinin olmasıdır. İşte bu noktada Bor kalbinde uyuyan gazi alperenlerin Hak dostlarının maneviyatıyla dolu bir kimliğe sahiptir. Işıl ışıl parlayan çoğu modern kentte olmayan bir manevi hava burayı doldurmaktadır. Bunu anlamak için Kale camii’nde kılınan bir Cuma namazından sonra bu şehri dinlemek onun sesinin tınılarını ruhunda hissetmek yeterli olacaktır.
 
Tüm maddi kayıtlardan ötede her türlü eşyanın üstünde bir ruhla şehrimize selam ediyoruz. İnsanı asıl olan çizgisine doğru çeken tüm şehirler bizim şehirlerimizdir. Herkesin şehri kendi kalbinde bir çekirdek gibi büyür ve dal budak salar. Bizim şehirlerimiz büyük bir ağaca benzer. Bu ağacın kökleri Medine dalları İstanbul, Bursa, Buhara, Şam, Bağdat gibi şehirlerdir. Bor şehri de bu medeniyet ağacının tatlı bir meyvesi olarak bizim için kıymetlidir. Nasıl ki Yahya Kemal için İstanbul “Aziz İstanbul”sa bizim içinde Anadolu “Aziz Anadolu”dur.
 
Şehr-i Bor’u bir kitap gibi yeniden okumak onun satırları arasında gezmek için bu bahar güzel bir fırsat olabilir. Bize bu güzel şehir kitabını yazıp bırakan aziz atalarımıza buradan rahmet diliyoruz.