Şehitler yere düşerken en son neyi düşünürler?..

Bir köy evini mi?..

Penceresinde kanaviçe perdeler…

Ağlayan bir çift göz mü görür?..

Kara sürmeli…

Babasını mı çağırır?..

Annesine mi sarılır?..

Bekleyen bebeğine mi uzatır elini?..

Bir tarlada koşmaya mı başlar yiğidim?..

Dört yanı kır çiçekleri…

*

Ama hiçbirinin aklından “ihanet” geçmez…

Dün Çanakkale törenlerini izlerken bunları düşündüm…

*

“Çanakkale geçilmez” ise o İngiliz gemileri nasıl geldi İstanbul’a babacığım?..

Uçarak mı geldiler?..

250 bin aslan parçası can verdikten sonra neler oldu da 13 Kasım 1918’de Mondros Mütarekesi ile gemilerden inen İngiliz devriyeleri dolanmaya başladı İstanbul sokaklarında?..

*

Çanakkale Savaşı bir kahramanlık destanıdır, Cumhuriyetimizin filizlendiği yerdir, böyle bir destanı kaç ulus yazabilir?..

İyi ama daha şehitlerin kanı kurumadan bir basiretsizliğin, gafletin, ihanetin sonunda, padişahın tuğrası ile düşmanın salına salına Çanakkale’den geçip İstanbul sokaklarında devriye gezmeye başladığını niçin kimse anlatmıyor o kürsülerden?..

Nasıl oldu?..

Niçin?..

Hangi ihanetlerle o şehitleri bir kez daha vurdular?..

*

Tıpkı bu günler sanki…

Sınır boylarında bayrağımız dalgalansın diye 40 bin insan can verdikten sonra… Dün İstanbul sokaklarında Türk bayrağı taşıyanların sürüklenerek götürülmesi gibi…

*

Şehit düşerken en son neyi düşünür?..

Herkese selam mı söyler?..

Bir köy evine doğru koşmak mı ister?..

Annesinin dizine mi dönüşür toprak?..

Su mu ister sevgiliden?..

En son “Hakkınızı helal edin” mi der, bilemeyiz…

*

Ama…

İhaneti bilmeden gider şehitler…