Sadece günümüz toplumunun çılgın tüketim arzusunun bir parçası olarak algılamamamız gerekiyor diye düşünüyorum, sahip olma tutkusunu.
     İnsanoğlunun genlerinde var, sahip olma tutkusu.
     Sahip olma, belli sınırlar içinde ortaya çıkan bir durum olarak gözlenir olmaktan da çıktı diyebiliriz.         Çünkü biz insanların artık en büyük hedeflerinden biri oldu bu duygu,  lakin bir farkla.
     O da her şeye, hem de her şeye sahip olmak şeklinde…
      Yaşanılan depresyonlara, streslere baktığımız zaman, her şeye sahip olma tutkumuzun baskın olmasının etkisiyle, birçok şeye ulaşma isteğimiz öncülüğünde verdiğimiz çaba, sürekli sarıp sarmalıyor benliğimizi.
     Sahip olduğumuz şeye ulaştığımız küçük buluşmalarda ise onun da cazibesini yitirip, yeni sahip olmalara yelken açmamız, şu fani dünyadaki en büyük engellerden biri olarak, çıkıyor karşımıza.
      İlginçtir; minicik çocuğumuz bile ona öğretilmediği ya da herhangi bir ortamda karşılaşmadığı halde, beğendiği oyuncağı veya sevdiği bir pabucu, hemen benim diye sarılarak sahiplenebiliyor.
      İnsan merak etmiyor da değil hani…
      Nereden geliyor bu mülkiyet edinme duygumuz ve sahip olma tutkumuz diye.?..
      Hadi; çocuğumuz oyuncağı aldı veya pabucu giydiğinde mutlu oluyor diye teselli edelim kendimizi.
      Peki ya bizler?..
      Bizler neden sahip olduklarımızla ve elimizdekilerle, en azından mesut olabilmeyi beceremez hale geldik.
      Acaba bunda içinde yaşadığımız toplumun;  insanı sahip olduğu mevkii, sahip olduğu para, sahip olduğu araba, sahip olduğu ev kadar değerlendirmesinin, bir etkisi yok mudur?
     Ne kadar şeye sahipsen o kadar değerlisin.
     Zaten günlük deyimlerimize kadar girmiş değil mi?
     Boş ver onu, beş paralık adam…
     Züğürdün teki, ciğeri on para etmez diye.
    Sahip olan, olmayanı zaten adam yerine koymaz.
    Sahip olan olarak ne kadar sahipsen, bir o kadar kişiyi de adam yerine koymama hakkına sahipsin. 
     Eeee…  Toplumsal kişiliğimizin en baskın özelliği; adam yerine konmak, önemsenmek, ayrıcalıklı olmak olduğuna göre.
     Onun için genel özelliğimiz hep bir şeyler olma çizgisinde çabalamaya yönelmemiş midir?..
     Bir şey yapmaya ise gerek yoktur. Bir şeyler yapman seni kaliten ölçütünde zaten, bir şey oldurmaz.
     Sen yeter ki sahip ol, elinden geldiğince her şeye.
     Ama nasıl oluyorsa; merhamete, şefkate, dostluklara, sabra, metanete, iyiliğe sahip olma tutkumuz, sahiplik ölçütünde pek de yer almıyor.
   Genel çerçeveyi hep maddi değerler oluşturuyor, manevi değerler ise gün geçtikçe sahip olma tutkumuzun etki alanından, sabun gibi kayarak çıkıyor.
     Sahip olma tutkumuzun insani vasıflar içindeki gerçek yerinde, esasında hiçbir zaman sahip olamayacağımız maddi niteliklerin, yaşamımızın odak noktasından bizleri yönlendirmesinin önüne geçmek gerekirken..
     Bizler ise nedense bir şeyler yapmaktan ziyade; hep bir şeyler olup, bir şeylere sahip olmanın peşinde sallanırız, yaşam denen salıncağın ince ipleri üzerinde…
     Hem de sahip olduğumuzu varsayarak, yanımızda götürebileceğimizi sandığımız kefenin bile…
     Bizim olamayacağını bile bile…