AKP Hükümeti 11 yıllık süresi içinde bütün güçlü, muktedir görünümüne rağmen aslında 1923’den bu yana hiçbir Cumhuriyet Hükümetinin olmadığı kadar güçsüz bir iktidardır. AKP Hükümeti’nin her ne kadar bir tek parti iktidarı görünümü var ise de aslında AKP iktidarı bünyesi zayıf bir koalisyon hükümetidir. AKP Hükümeti bir tek parti hükümeti değil, bir cemaatler ve tarikatlar koalisyonu ile AKP arasındaki uzlaşmanın oluşturduğu bir koalisyon hükümetidir. 2002’den bu yana AKP iktidarı NATO ve ABD tarafından desteklenen Ergenekon operasyonu ile cemaatin etkin yardımı sayesinde  TSK’yı yıpratmış olduğu için “güçlü iktidar” diye algılanmıştır. Ancak 17 Aralık 2013 sonrasında gerçekleşenler bu algının ne kadar yanlış olduğunu ortaya koymuştur.  
Mevcut koalisyon hükümetinin en büyük üyesi AKP’dir. Ancak en büyük ikinci üyenin de Hizmet Hareketi olduğu şüphe götürmez. Partiler koalisyonlarda bakanlıkları nasıl koalisyon ortakları arasında bölüşürler ise AKP Hükümeti de Ankara’da bakanlıkları öyle AKP ve cemaatler/tarikatler arasında öyle bölüştürmüştür. AKP koalisyon hükümetinde Hizmet Hareketi İçişleri Bakanlığı’nı ve Adalet Bakanlığı’nı almıştır. AKP Milletvekili Şamil Tayyar’ın “polisi size bağladık” sözü bu durumu açık bir şekilde itiraf etmektedir. Diğer cemaat ve tarikatler koalisyonun sorunsuz ortakları olarak “işlerine bakarken” Hizmet Hareketi (bu makalenin konusu değil) koalisyonun büyük ortağından daha iyi ülkeyi yönetebileceğine hep inanmış, hükümetin doğrularının kendi emeğinin sonucu olduğunu, yanlışların ise AKP’yi yönlendiremediği noktalarda ortaya çıktığını düşünmüştür. Bu yaklaşımın sonucunda Erdoğan’a rağmen kendi politikalarını uygulamış ve nihayet Erdoğan’a rağmen hükümeti kendi çizgisine oturtmayı denemiştir. Bugün Erdoğan’ın paralel devlet, cemaat, çete olmakla suçladığı cemaat, grup, insanlar aslında 2002 sonrasında Erdoğan’ın iktidarının ortaklarıdır. Bu ortaklığın meşruluğu, ölçüleri, eylemleri ayrıca değerlendirilmesi gereken husustur.  
AKP Hükümetin diğer ortağı ise koalisyon değil ancak iktidar ortağı olan PKK-KCK’dır. 2006’da Oslo’da PKK ile MİT aracılığı ile başlayan müzakereler neticesinde AKP Hükümeti PKK’nın önüne barış süreci içinde legalleşme imkanı koymuştur. Ancak 2006’da başlayan ilk müzakere süreci 2011’de kesilmiştir. 2012’de başlayan ikinci müzakere sürecini Öcalan’ın yönetimi ile daha akıllıcı değerlendiren PKK, Güneydoğu Anadolu’dan terörist unsurları “geri çekeceğim” diyerek, AKP Hükümetini tuzağa düşürmüştür. PKK’nın bu önerisini kabul eden hükümet TSK ve polis güçlerine yasalara aykırı bir şekilde “çekilen PKK’lılara müdahale etmeme” emri vermiştir. 
Böylece PKK meşrulaşmaya doğru en önemli adımını atmıştır. PKK, geri çekilmek yerine “bölgenin geleceği PKK’dır. Şimdi bize katılırsanız Kürdistan’ın kuruluşunda görev alırsınız. Daha sonra jandarma ve polis olursunuz” diyerek katılımların patlamasını sağlamıştır.  Asker ve polis AKP Hükümeti tarafından “barışı sabote etmekle” suçlanmamak için sadece PKK’lıların sözde geri çekilmesine değil, hiçbir PKK faaliyetine müdahale edemez olmuşlardır. Böylece PKK kent merkezlerinde milisler “asayiş” adı altında ile yerleşim yerlerinde halkı terörize ederken, dağ unsurları dağlardan inerek, kent merkezlerine yakın yerlerde toplantılar düzenlemeye ve silahlı propaganda yapmışlardır. Böylece PKK, güneydoğu Anadolu’da büyük bir psikolojik üstünlük elde etmiştir. PKK, kırsal alanda askerin ve polisin  “girmesini yasakladığı”  “gerilla alanları” ilan etmiştir. Nitekim bir süre önce bir jandarma konvoyuna PKK’lılar “gerilla alanına” yaklaştığı gerekçesi ile ateş açmış, bu ateşe Genelkurmay Başkanlığı “meşru müdafaa hakkını kullanarak cevap verdiğini” açıklamıştır. 
Askeri ve polis PKK eylemlerine müdahale etmedikçe, PKK’nın meşrulaşması ve psikolojik üstünlüğü artmıştır.  “PKK şehitleri” adı altında inşa edilen ve şehir merkezlerine yakın olan, çoğuna 24 saat PKK’lıları silahlı “şeref nöbeti beklediği” mezarlıklar, 1984’den bu yana Türk Ordusu, jandarması ve polisinin canı pahasına vatan savunması için verdiği canların, döktüğü kanların inkarı anlamına gelmektedir. PKK gösterileri sırasında tahrik vesilesi olmaması için askeri lojmandan Türk bayrağı indirilmektedir. Hakkari’de bir gümrük binası birkaç gün PKK’nın kontrolüne girmiştir. Hakkari başta olmak üzere bir çok yerde PKK baskısından dolayı esnaf asker ve polise mal satmak istememektedir. 
Adları geçici köy korucusu olmasına rağmen 1984’den bu yana PKK ile savaşan köy korucuları müzakere sürecinde PKK’nın insafına terk edilmişlerdir. Mücadelenin en ön safında yer alan ve PKK’ya korku salan en seçkin, milliyetçi, vatanperver korucular PKK tarafından teslim ve şehit edilmektedir. Erdoğan, “Güneydoğu Anadolu’dan şehit gelmiyor” diyerek, PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da inşa ettiği PKK-KCK paralel devletinin inşasını gözlerden kaçırır ve adeta meşrulaştırırken, aslında şehitler verilmeye devam edilmektedir. 
Şırnak-Şenoba’da PKK’lılar 12 Şubat 2012’de korucu Sait Onat’ı şehit ettiler. Sait Onat, bölgede PKK’ya verilen mücadelenin fedakar isimlerinden birisi idi. Mehmet Güven Cizre’de PKK’ya karşı verilen mücadelenin önemli isimlerinden birisi idi. 24 Ekim 2012’de Cizre’de Nur Mahallesi Aşut sokakta PKK’lılar tarafından şehit edildi. Mehmet Sait Çoşkun ise 12 Mart 2013’de Şırnak’ta uğradığı saldırıda şehit oldu. Ramazan Erkan 30 Haziran 2013’de Şırnak Silopi’de uğradığı PKK saldırısında şehit edildi. 9 ocak 2014’de Şırnak’ta Hasan Caner şehit edildi. Bu insanların tek suçu Türk bayrağı için savaşmaktı.  
Evet, Türkiye’nin batısına şehit gelmemektedir ancak bizatihi vatan coğrafyasının kendisi şehit olmaktadır. Binlerce korucu, en seçkin korucuların şehit edilmesine AKP Hükümetinin kılını kıpırdatmaması üzerine PKK baskılarına daha açık hale gelmişlerdir. 1984’den bu yana terörle mücadelenin en önde gelen korucu isimleri/liderleri son aylarda evlerini Ankara ve İstanbul’a taşımışlardır. Bir çok korucu artık Güneydoğu Anadolu’da halk arasında günlük konuşma konusu olan “Türk askeri  buralardan çekilecek” söyleminin  de etkisi ile geleceklerini güvence altına almak için PKK ile açık ve kapalı anlaşmalar yapmaya başlamışlardır. 
PKK-KCK, belediyeler eli ile devletleşme sürecini geliştirirken, KCK unsurları ile yargı dahil kendi mekanizmalarını kurmuştur. Bölgede ihaleler, alım-satımlar, işçi almalar tamamen PKK’nın denetimindedir. (Bu sürece bazı yerlerde Hizbullah ta ortak olmaktadır.) Türk Milleti, “Güneydoğu’dan şehit gelmiyor” söylemi ile uyutulurken, Güneydoğu Anadolu AKP Hükümeti tarafından PKK’ya terk edilmiştir. Demokratik özerklik hukuken olmamakla birlikte, fiilen yaşama geçmiş durumdadır. Güneydoğu Anadolu’nun güvende olduğunu söyleyen AKP’li yetkililerin Balkan savaşı öncesinde “Kendi adımdan nasıl eminsem o kadar eminim ki, Balkanlarda bir savaş tehlikesi görmüyorum” diyen Osmanlı Dışişleri Bakanı Gabriel Noradunkyan’dan hiçbir farkları yoktur. 
Bütün bunlar olurken, Oslo’da yapılan anlaşma gereğince 1990’lı yıllarda PKK’ya karşı savaşan Türk subayları yargılanmaya başlamıştır. Halen 1992-1994 dönemi ile ilgili olarak 200 subay ve emekli subay hakkında dava açılmıştır. Faili meçhul iddiaları ile zihinler körleştirilmeye çalışılır, sözde asit kuyuları reklamları ile halkın beyni kulak memesi kıvamına getirilmeye çalışılmaktadır. 
Özetle, Ankara’da bir (eski) koalisyonun (eski) iki ortağı devleti/bürokrasiyi paylaşmışlardır. Vatan topraklarının Güneydoğu Anadolu kısmında ise PKK gerilla savaşında “İkili iktidar” denilen iktidarı aşarak devletleşme süreci içinde girmiştir.  AKP, PKK’nın devletleşme sürecine karşı çıkarken, Hizmet Hareketi, KCK davaları başta olmak üzere değişik yöntemler ile bu süreci durdurmayı denemiştir. Ancak girişimleri genel gidişi engellemeye yetmemiştir.
PKK Mart 2014 yerel seçimlerine 4 milyon oy ve 200 belediye hedefi ile girmektedir. Örgüt Güneydoğu Anadolu’da 2011 seçimlerinde % 51 olan oy ortalamasını % 80’e çıkarmayı hedeflemekte ve seçimleri bir demokratik özerklik referandumuna çevirmeye çalışmaktadır. Seçimlerden hemen sonra Büyükşehir Belediye Yasası’nın devreye girmesi ile Diyarbakır, Van ve Mardin de büyükşehir olacak ve belediye başkanları küçük başkancıklara döneceklerdir. Bu ayrı bir gerilim ortamı yaratacaktır. PKK bu aşamada demokratik özerkliği hukuken kabul ettirmek, Öcalan’ın ve Kandil’deki PKK’lıların affını ve Güneydoğu Anadolu’nun yönetimini üstlenmesini sağlayacak koşulları dayatmak amacıyla bir “kent ayaklanması” için çalışmalarını sürdürmektedir.