Özel Yetkili Savcının MİT görevlilerini soruşturmaya çağırması onlarca komplo teorisine konu oldu. İddialar, ithamlar ve yorumlar birbirini takip etti. Bu olguyu iktidarın içindeki güç odaklarının birbirlerini test etmeleri olarak değerlendirenler bile çıktı. 
İşin ilgi çekici yanı  “Ergenekon”  ve  “Balyoz” adı verilen davaları yürüten savcılar da bunlardı. Bu savcıları,  “Ergenekon”  ve  “Balyoz”  davalarını yürütürken alkışlayanlar, MİT davasını yürütürken, bir anda onları, karanlık güçlerin adamı ilan ettiler.
Bu zatların aklına hiçbir zaman bazı MİT mensuplarının suç işlediğine dair somut ve güçlü delillerin savcıların eline geçebileceğini ve onların da bunları görmezlikten gelemeyeceklerini düşünemiyorlar. 
İktidar cenahının adamları, Özel Yetkili Savcıların yalnızca iktidara muhalif olanlar için var olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle savcıların  “vesayet sistemini tasfiye ediyoruz” adı altında açtıkları davaları, verdikleri tutuklama kararlarını her şart altında destekleyip alkışlıyorlardı.
Bu bağlamda muhalefet partilerinden milletvekili seçilmiş olanların tutuklu yargılanmalarına, gazetecilerin ya da akademisyenlerin tutukluluk hallerinin devam etmesine, Genelkurmay Başkanının ve kuvvet komutanlarının silahlı terör örgütü kurmaktan tutuklanmasını yargının görevini yapması olarak değerlendirip desteklemişlerdi.
Bazı MİT mensupları için savcının verdiği karara inanılmaz anlamlar yükleyen yandaş kalemler çıkmıştır.
İşin ilginç bir yanı da Hakan Fidan ve arkadaşlarının sorguya çağrıldığı sıralarda Hatay’da da bazı MİT mensupları sorgulanıyordu. Hatay’daki bazı MİT görevlilerinin 100 bin dolar karşılığında Türkiye’ye sığınmış olan bir Suriye’li albayı Beşşar Esad güçlerine teslim ettikleri iddiasıyla ile ilgili olarak mahkeme bu MİT görevlileri için tutuklama kararı vermişti. Bu tutuklama kararına kimsenin itirazı olmadı.
Hakan Fidan ve arkadaşlarına isnat edilen suçlar Hatay’daki MİT mensuplarına isnat edilenlerden çok daha ağır ve vahimdir. 
Hakan Fidan’ın kurumun tepesinde bulunması ve Başbakan’ın talimatıyla hareket etmesi ona yönelik bir tasarrufun bizzat Başbakana yönelik olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. 
Konuyla ilgili değerlendirme yapan yandaş kesimin basireti bağlanmış, akılları tutulmuş gibidir.
İktidarla organik bağı olan köşe yazarlarının Hakan Fidan’ın sorguya çağrılmasıyla ilgili olarak yazdıklarına bakılırsa telaşın nedeni de anlaşılır.
Adı lazım değil taraflara çok yakın köşe yazarlarından birisinin konuyla ilgili değerlendirmesi şöyleydi:  “Akıllı tüccar, kazanan ve kazandıran tüccardır. ” Rabbenâ hep bana “ diyen tüccar bir-iki defa kazanır, ama eninde sonunda kaybeder. Siyasette de sürekli kazanmanın yolu, katılımı sağlamak, kaynaklar üzerinde tekel kurmaktan, temellükten kaçınmaktır”. 
Bu zatı muhtereme göre konu paylaşmakla yani devlet mülkünün tasarruf ve temellükü ile ilgilidir. Taraflar iktidarı ve mülkü paylaşırken  “Rabbena hep bana”  egoizmini bir kenara bırakıp  “bir sana bir bana” gibi adil bir biçimde devleti paylaşmalıdır! Sürdürülebilir bir paylaşım, kaynaklar üzerinde tekel kurmamaktan geçmektedir. Bu algı sahiplerine göre kamu kaynakları iktidarı elinde tutanlarca eşit biçimde paylaşılmalıdır.
Bir diğer köşe yazarının dikkat çektiği husus da şudur:  “Şimdiye kadar Ergenekon’a karşı birlikte mücadele ettiğimiz, askeri vesayete birlikte karşı çıktığımız, Türkiye’nin yargı vesayetinden kurtulup, demokratik bir ülke olması için beraberce çalıştığımız kesimlerle köprüleri atmadan, yaralar açmadan bu mücadeleyi yürütmeliyiz şeklinde bir yaklaşım hâkim”.
Bu sözler, bir kesime karşı yapılan operasyonların, dinlemelerin, tutuklamaların ve karalamaların bir koalisyon marifetiyle gerçekleştirildiğinin itirafıdır. Yazar,  “yakalama kararının” Cumhurbaşkanı ve Başbakanın karşı çıkmasına rağmen çıkarılmış olmasını ‘savaş ilanı’ olarak niteliyor. İktidar kanadının sözüm ona vesayet karşıtı koalisyonunun bozulmaması, köprülerin tamamen atılmaması için ihtiyatlı davrandığını yazıyor.