İşçi sendikal mücadelesinin örgütlü ve yüksek olduğu hiçbir ülkede “asgari ücret” pazarlığı patronlar arasında olmaz! Olamaz çünkü masanın diğer tarafında işçi sınıfının temsilcileri oturur ve kıran kırana pazarlık olur. Bizde ise yıllar yılı Aralık aylarında bir orta oyunu sergilene gelmektedir.

 

      2016 yılı için toplanan “asgari ücret komisyonunu” farklı kılan 2015 yılında siyasal iktidar tarafından sonucu beğenilmeyen 7 Haziran seçimlerinin yenilenmesi anlamına gelen 1 Kasım seçimi öncesi vaat rüzgârları arasında “asgari ücret”in 1300 lira olacağının yüksek sesle dillendirilmesidir. 

 

       Ocak ayından itibaren uygulanacağı söylenen yeni asgari ücret olarak 1300 liranın işçinin asgari geçimine yetip yetmeyeceğinin tartışılması gerekirken, bu sınırlı artışın patronlara getireceği “yük” gündemi kapladı. Patronlar daha şimdiden ağlayıp sızlanmaya, hatta tehditler (tekstil patronlarının “fabrikalarımızı başka ülkelere taşırız” demesi gibi) savurmaya başladılar. 

 

       Öyle ki, öngörülen bu son derece komik artışın patronların karlarında yaratacağı küçük bir düşüş ihtimali dahi patronları endişelendiriyor. 2008’den beri süren SGK prim indirimiyle devletten aldıkları 42 milyar liradan söz etmeyen memleketin güzide patronları, asgari ücretteki artışın kendilerine 16 milyar lira ek maliyet getireceğini söyleyip sızlanıyorlar. 

 

      Oysa bir seçim vaadi olarak gündeme getirilmiş ve getirecekleri yanında götüreceklerinin uygulamada ne olup ne olmadığı belli bile değilken, asıl tartışılması gereken iki nokta gözlerden tamamen gizleniyor. Bir; bu artışla işçilerin yaşam standardında gerçek bir artış olacak mıdır? İki; “katma-değerden alınan pay” bakımından, yani işçinin yarattığı değer ve (patronların karlarını oluşturan) artı-değer arasındaki ilişki bakımından durum nedir? Başka deyişle, zenginlerin karlılığı karşısında asgari ücretin artış düzeyi nedir? Soruları gündeme getirilmiyor. 

 

      Kaldı ki 1300 lira seviyesi Türkiye’de bugün için 1393 lira olarak hesaplanan açlık sınırında miktara tekabül ediyor. DİSK-AR’ın yaptığı bu hesaplamalara göre yoksulluk sınırı ise 4403 liradır. Yani uygulanacak yeni asgari ücret işçiye en fazlasından açlık sınırında yaşama olanağı sağlayacaktır! Ortalama bir emekçi ailesinin yoksulluk sınırında yaşayabilmesi için ise ailede 3-4 kişinin çalışıyor olması gerekmektedir! 

 

      Öbür taraftan, kapitalist karlılık ile ücret seviyesi arasındaki ilişki bakımından, emek sömürüsünün gerçekleştiği diğer bazı kapitalist ülkelerdeki durumla kıyasladığımızda bile Türkiye’deki içler acısı durum daha iyi anlaşılır. Ülkemizdeki asgari ücret uygulamasının yoğun olduğu küçük işletmelerde bile kapitalist kârlılık Polonya’nın iki katı, İspanya’nın üç katı, İtalya’nın ise yine iki katından fazla olduğunu göstermekte bağımsız araştırmalar. 

 

      Yine ülkemizdeki büyük ölçekli işletmelerdeki kapitalist kârlılık Almanya, Fransa’dakinden yaklaşık iki kat fazla. Buna karşılık, Türkiye’deki asgari ücret seviyesi satın alma gücü bakımından, AB ülkeleri arasında bir tek Bulgaristan’ı geçebiliyor! 

 

 

      Yani, Türkiye’deki kapitalist karlılık derecesinin, katma-değerin ve artı-değer oranının (sömürüsünün) en yüksek olduğu ileri kapitalist ülkelerden bile fazla ama konu ücret seviyesi olduğunda yine bu ülkelerdekinden kat kat düşük olduğunu görüyoruz. 

 

      İşin özü özeti bizce şudur: Ücretlerin düşük olması demek patronların karlılığının yüksek olması demektir. Bu nedenle ücretlerde yaşanacak gerçek bir artış bile kapitalistlerin “zarar” etmesi anlamını taşımaz, en fazlasından yüksek karlarda sınırlı bir düşmeye tekabül eder o kadar. Bizim örnekteki sınırlı artışın dahi geçici olacağını, devletin ve hükümetin desteğinde, kapitalistler açısından karlılıkta herhangi bir düşmeye yol açmayacağı netlik kazanmıştır. 

 

     Ortalığı kaplayan patron gözyaşlarından, buna karşılık hükümet cephesinden gelen (Davutoğlu’nun “merak etmeyin sigorta primlerinizi biz üstlenecegiz, size yük binmeyecek” dediği açıklamada olduğu gibi) patronların yüreğine su serpen açıklamalardan anlıyoruz ki, bu sınırlı artış bin bir türlü dalaverelerle uygulamada “artış olmayan artış” halinde kuşa çevrilecektir. Artışı gerçekte sıfır artışa dönüştürme çabalarında işçilerin satın aldığı tüketim maddelerinde yapılacak yüksek zamların da gündeme geleceğini belirtmekte fayda var. 

 

      Ayrıca, artan asgari ücretin getireceği “yükü” gerekçe gösterip bunu fırsata çevirmek isteyen patronların devlet eliyle gündeme getirdikleri olası saldırılar(esnek ve güvencesiz çalıştırma gibi) karşısında da tüm emekçiler uyanık olmalıdır. Patronlar arası yapılan pazarlıktan işçi ve emekçilere yarar sağlayan ne bir ücret artışı ne sosyal bir hak elde edilir. Hak elde etmek için başta işçiler olmak üzere tüm emekçiler kendine sınıf olma halini yaşamalıdır.