Dünyayı çepeçevre saran bir salgının kuşatması altında geride bırakılan eğitim öğretim yılı yine aynı çerçevenin sınırlaması altında başladı/başlıyor.

“Okul”, denildiğinde toplumun tamamını ilgilendiren bir kavramla karşılaşıyoruz. Çünkü okulla ilintili olmayan bireye rastlamak oldukça güçtür. Eğitim öğretimin içinde aktif olarak görev alanların haricinde de pek çok insan, kurum ve işletmeler vasıtasıyla dolaylı da olsa okul ile irtibat halindedir.

                Bir kez daha milyonlarca öğrenci ve diğer ilgililer için yeni bir heyecan, yeni bir coşku başlıyor. Veliler, öğrenciler, okul personeli ve tabi öğretmenler; yeni bir koşuyla karşı karşıya. Bu kez farklı bir başlangıç göze çarpıyor. Alanında uzman olanların haricinde süreçle alakalı değerlendirmeleri titizlikle takip edilen bir “sağlık/bilim kurulu” ve tavsiyeleri devrede. Herkesin gözü kulağı onların salgın süreci ile ilgili tavsiyelerine çevrilmiş durumda.  Şu ana kadar yapılan değerlendirmeler, ana sınıfları ve birinci sınıflar için seyreltilmiş olarak yüz yüze; diğer kademeler için uygulamanın seyrine göre uzaktan eğitime eklenti yapılabilme kapısı açık bir talep göze çarpıyor.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, bakan olduğu günden beri öğretmene vurgu yapıyor. Öğretmenin önemine dikkat çekiyor ve öğretmeni merkeze koyuyor. Bu durum öğretmen camiasında büyük bir memnuniyet oluşturdu. Bu da demektir ki yaşanan süreçte en büyük vazife, öğretmene düşecek ve cemiyetin ikbali öğretmenin sergileyeceği öğretmenlik tutumu doğrultusunda şekillenecektir. Ancak toplumun bilinç seviyesi ve salgın çerçevesinde eğitim-öğretim sürecine ait yetkinliğinin meseleye büyük katkı sağlayacağı göz ardı edilmemelidir. Eğitime, “bireyin problemi görme ve çözme yeterliliğine ulaşması” diyorsak; toplumun tamamından bu konuda bilinçli yaklaşım beklemek gayet doğaldır. Nitekim Sayın Milli Eğitim Bakanı, geçtiğimiz eğitim öğretim yılının başında -3 Eylül’de- öğretmenlere hitap ederken kullandığı şu ifadeler öğretmene ve eğitim-öğretime bakıştaki ilkeler adına bir yol haritası ortaya koymaktadır.

 “Şunu biliyorum ki, Mevlana sema yaparken akşam olsa da eve gitsem diye dönmüyordu. Yunus, şiirlerini yazarken bu iki kıtada böyle oluversin, nasıl olsa okuyan olmaz diye yazmıyordu. Mimar Sinan, nasıl olsa ben öldükten sonra yıkılır, diye bina inşa etmiyordu. Biz böyle gördük, bize yaptığımız işi aşkıyla, layıkıyla, neşesiyle yapmak düşer. İltifat beklemeden marifete talip olmak hayalimiz."

Devamında öğretmene düşen rol, Sayın Milli Eğitim Bakanı tarafından şöyle dile getiriliyor:

"Çocuğun hayatına dokunmak, onunla her gün göz göze gelmek, onun hayatında çocuk diliyle söylersek ´kocaman´ yer sahibi olmak, bazen anneden ve babadan dahi önemli bir yer tutmak, umut dolu çocuk dünyasının kaptanı ve kahramanı olmak... Öğretmenlik dediğimiz, tam da böyle bir şey. Öğrenmeyi "hükmedici bir öğretmen" olarak değil, "kolaylaştırıcı bir rehber" olarak yapmayı tercih etmek… Bir öğretmen, öğrencisi için ya toprak olur ya bahçıvan. Topraksa çocuğun yetişmesi için her türlü koşulu hazırlar ve kucağında hayat bahşeder. Hayatın hediyesi ve emanetine sessizce hayranlık duyar. Bahçıvansa sürekli budamayı düşünür. Şurası olmadı, burası olacak der. Budayamazsa uzman bulur, budattırır. Ek dersti, etüttü, takviyeydi budar. Toprak her misafire hürmet eder. Bahçıvansa ayrık otu arar durur."

Evet, bu yaklaşım derin bir kültürün; maziden atiye taşıdığı izlere vurguyu içermektedir. Öğretmen “toprak” olmaya hazırdır. Süreç neyi gerektiriyorsa fazlasıyla yapacağı mesleğinin verdiği şuurun ürünüdür.

Ancak, unutulmaması gereken bir husus var ki o da devlet erkânından yöneticisine, cemiyet fertlerinden velisine kadar bütün toplumun öğretmen ile ilgili değerlendirmelerinde alabildiğine vicdanlı hareket etmeleri gerçeğidir.

Öğretmenliği sadece ders anlatan görevliler olarak görmek, ona yapılacak en büyük hakarettir.

Öğretmen, usta bir sanatkâr, gönüllerdeki vicdan, ülkülerdeki yıldızdır.

Tartışmasız her öğretmen “vicdan” dediği kavrama akademik yeterliliğini ekleyerek mesleğini icra etmektedir. Mensup olduğu kurumun belirlediği çerçeve doğrultusunda sınırsız yetki ile ideal bir öğretmenlik yapma gayreti gütmektedir.

Hakeza, öğretmene verilecek değer, çocuğa verilen değerin de ötesinde bir milletin geleceğine duyulan saygıdır.