Bulunduğumuz yerde güzel bir koruluk var. Ben de havanın güzel olmasından istifade edip biraz yürümek istedim. Birden birkaç adım ileride bir grup gencin itişmeye başladığını fark ettim. Önce şakalaşıyorlar sandım ama daha ne olduğunu tam anlayamadan 8-10 kişilik grup bir genci fena halde dövmeye başladılar. Çevreden birkaç kişi daha olay yerine koştuk biz gelene kadar genci yere yatırıp sağdan soldan kafasına gözüne aldırmadan tekmelemeye başladılar. Aralarına girdik, bağıra çağıra genci ellerinden almayı başardık. Eminim yetişmeseydik, çok daha vahim bir durum meydana gelecekti.
Hemen polisi aradık. Çocuğu yerden kaldırdık. Burnu kanıyordu. Bir taraftan da “gözüm, gözüm” diye inlemeye başladı. Güzüne darbe yedi zannettik ama meğer biber gazı sıkmışlar… Bildiğiniz gibi biber gazı artık peynir ekmek gibi satılıyor…
10-15 dakika sonra polis geldi. Tabii bu arada dayakçı çete çoktan ortadan yok olmuştu. Memurlara durumu anlattık. Polis de bıkmış olmalı ki olayı çok fazla önemsemediler. Gencin ifadesini bile almadılar. Ben” biz yetişmeseydik bu çocuğun durumu daha da ciddi olabilirdi. Peki, şimdi ne olacak, bu çocuk dayağı yediğiyle mi kalacak?” dedim. Memur, “biz şimdi çevreyi aramaya çıkıyoruz, onları buluruz” dedi. Neye göre bulacaklardı?   Ellerinde ifade yok, gencin adını bile almadılar… Neyse dedim ya, polis de bıkmış artık. Kim bilir bu şekilde günde kaç olay ile karşılaşıyorlar…
***
Yürürken kafamı kurcalayan soruya cevap bulmaya çalıştım. Bu gençleri, bu kadar acımasız yapan neydi? Hangi nefret pınarından besleniyorlardı? Hadi diyelim ki serde delikanlılık var, kanları kaynıyor, ama yere yatırdıkları bir cana böylesine acımasızca saldırmak… İşte bunun cevabını bulamakta zorlandım… Sadece gözümün önünde meydana gelen olayın aynısını, televizyon dizilerinde onlarca kez izlediğimi hatırladım.  Özellikle de okul dizilerinde yaşanan gençler arasındaki, fakir- zengin uçurumunun ortaya çıkardığı nefreti, bir karış etekleriyle bir o gencin, bir bu gencin kollarına koşan liseli genç kızları, elde- belde silah, kan kokan dizileri düşündüm…
Gençleri sadece diziler mi etkiliyor? Peki ya ailevi ve çevresel etkenler? İşsizlik, göç, cehalet, sefalet, töre, terör, ilgisizlik, sevgisizlik… Bunlar etkilemiyor mu?
Okul harçlığını çıkartmak için inşaatlarda çalışan üniversiteli gencin, inşaattan düşerek ölümü yoksulluğun bir sonucu değil mi? Peki ya, kapı zili nedeniyle 18 yaşındaki genci bıçaklayarak öldüren beş genç, aşkına karşılık vermediği için 16 yaşındaki genç kızı yakarak ölümüne neden olan 19 yaşındaki genç, barışma teklifini kabul etmediği için kız arkadaşını silahla öldüren ve ardından kendisi de intihar eden genç ve daha nice gençlerin dramı hangi bahane ile açıklanabilir?
Terörün ele geçirdiği gençlerimizin, polise taş atan, kalkan olarak kullanılan çocuklarımızın, hangi bahanenin arkasına sığınarak kurban olmasına seyirci kalacağız?
Dayak yiyen genç diyor ki, “keşke emaneti yanıma alsaydım”
“Emanet” yani silah… Daha 18 yaşında…
Çok değil, daha birkaç ay önce basının adına “Teksas Yasası” dediği Silah Yasası, silah taşıma ruhsatını 2, silah bulundurma ruhsatını 5e çıkartırken, pompalı silah kullanma yaşını ise 18e indirmemiş miydi?
(…)
Türk toplumu öfkeli ve tahammülsüz bir toplum haline getirildi… Haliyle böyle bir toplumda yetişen gençlik de bu durumdan etkileniyor.
Geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi koruyamıyoruz…
Başbakanı bile öfke dolu bir toplum da, daha iyi bir gençliğin nasıl yetişmesi gerektiğinin cevabını psikologlara, toplum bilimcilere, siyasilere ve de bilumum bir bilenlere bırakıyorum…
Elbette Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı, Millî Eğitim Bakanı ve İç İşleri Bakanının da verecek cevapları vardır…