Altunhisarlı Âşık Tahiri’nin duygularıyla yola çıkıyor rüzgârların ardı sıra giden sevgiliyi arıyordum. Sonrasında hava yağmura dönüyor sırılsıklam oluyordum.

Tekire vardım hava bulandı
Göçün önü Fındıklıyı dolandı
Kavaklıdan çok güzeller sulandı

Buralardan Hüsnem geçti gördün mü” Diyerek bitip tükenmeyen tozlu yollara revan oluyordum.

Ömür kervanım ezelden ebede doğru koşan deli bir tay gibi geçip gidiyordu. Dilime bir memleket türküsü yapışmış söyleyip duruyordum.

“Çek deveci develerin sulansın
Sulansın da dört bir yanı bulansın
Herkes sevdiğini alsın dolansın”

Fakat hayat kanadı kırılmış bir kuşa çeviriyordu âşıkları. Turnalara sesleniyor uzakdaki yâre selam gönderiyordum.

“İki durnam vardır aklı kareli
Avcı vurdu kanatları yareli
O da benim gibi bahtı kareli”
 diyerek derdime bir ortak arıyor, yarası olmayanlar ne bilir yaralıların halinden diyordum.

Gelip geçene sevgiliyi soruyor kader çobanının önünde bir koyun gibi meliyordum. Dilimden ise şu türkü hiç düşmüyordu.

Yabandan gel kömür gözlüm yabandan
Aldım haberini fakir çobandan”

Hüzün kalbimin istasyonuna bir tren gibi yanaşıyor mecburi gidişlerin kampanaları yine vakitsiz çalıyordu. Benimse kalbime şu memleket türküsü misafir olmuştu.

“Çubuk telden bağlama
Gidiyorum ağlama
Gider gider gelirim
Ele meyil bağlama”

Aşkın haramileri yolumu keserken kader aslanının pençesi gönül denilen nazlı ceylanın yüreğini darmadağın ediyordu.  Dilimde yine bir memleket türküsü ağlayıp geziyordum.

“Davran kır at davran yokuşa davran
Yokuşun başında soyuldu kervan
Kader böyle imiş ne yapsın savran”

Halimi anlatmak için yakılmış bir türküyle el ele tutuşup tekrar ciğerimi dağlama diyerek sükût vadilerinde koşturuyordum hayalin atlarını.

Derdimi söyleyem eveli başdan
Berk oldu yüreğim demirden taşdan
Ben yanmışım perva etmem ateşden
Tekrar ciğerim dağlama dostum”

Hayalin ufuklarında yârin gülümseyen yüzü güneş gibi doğarken ve güneş yüzlü yar güzellik çağlarının en güzel uykusundayken bir türkü gelip yapışıyordu yakama.

“Kırat gemin almış da yol mu dayanır
Nazlı yar uykudan uyur uyanır”

Artık ne söylesem boştu. Yaralı bir güvercin gibi çırpınır duruyordum. Hayat bir unutuştan başka hangi kapıya çıkıyordu. Hangi merhem bu yaraya derman olurdu. Ateşle sınananlar için cehennem kaç yaşındaydı.

“Güvercin Vurdum Kalkmaz
Kanı Göl Olmuş Akmaz
Eskiden Sevdiğim Yar
Dönüp Yüzüme Bakmaz “

İçimin kandili yerini yavaş yavaş bir ümitsizliğin karanlığına doğru bırakırken dilimde sancısı büyüyen sözler dökülüyordu yine memleket türkülerinden.

“Kandile koydum bezir
Aman ezil yüreğim ezil”

Dünya ayrılıkların mahşeri firakın başkenti değil miydi? Hangi su kandırırdı ciğeri yanmışları. Sabır tabirsiz bir rüya değil miydi uyanıkken görülen. Ah yine bir türkü geldi dilime.

“Yılan aktı kamışa
Bir su verin yanmışa
Mevlam sabırlar versin
Yarinden ayrılmışa”

Bir vefasız yar uğruna çektiklerim artık yetmez miydi?  Yaşadıklarımı anlatmak için şu türküyü şahit kıldım kendime

“Şu dağdan aşam dedim
Aşam ulaşam dedim
Bir vefasız yar için
Herkese paşam dedim”

Artık memlekete bahar gelmişti fakat benim içimin karları bir türlü erimiyordu. Bunu anlatmak için yine bir türküye sarıldım.

Gine bahar gelmiş akıyor seller
Derdim içerimde ne bilsin eller “
 
Artık gurbette akşam olmuştu. Memleket türküleri yaralarıma bir kezzap gibi yapışıyordu. “Yine yeşillenen Niğde bağlarından “yola çıkıp gurbetin yollarına doğru dökülüp gidiyordum.