Suriye’nin kuzeyinde PYD ilerleyişi sürüyor, IŞİD gerilemeye devam ediyor. Kuzey Suriye’de Türkiye’nin sınır hattına paralel olarak süren savaşta bu hat üzerindeki stratejik yerleşim yerleri doğudan batıya doğru Kobane, Cerablus, Mare, Afrin olarak sıralanıyor, bunun ardından rejimin kontrolünde olan Akdeniz’e açılan Hatay’ın alt kısmı var. Türkiye’nin sınır kapılarından Suruç artık PYD’nin elindeki Kobane’ye açılıyor.

 

      Ülkemizin geleneksel dış politikasının 13 yıllık siyasal iktidarın elinde derinleşen iflası neticesinde  ortaya çıkan Kürtlerin siyasal temsilinin dayanılamaz gerçekliğinden kaynaklı olarak hırçınlaşma ve saldırgan politikalardan medet umma hali en çok cumhurbaşkanının konuşmalarında hissediliyor.

 

      Son bir haftada, özellikle son birkaç günde saray yanlısı basında artan savaş manşetlerinin sırrı burada yatmaktadır. Büyük olasılıkla Genelkurmay’dan sızdırılan bilgilerden artık açıkça öğrenmiş bulunmaktayız; AKP son seçim döneminde, bir ay kadar önce bir Suriye seferini ciddi şekilde gündemine almış, ama Genelkurmay Başkanı işi yokuşa sürmüş, yazılı emir istemiş, hatta hastalık iznine çıkmış. İş sündürülünce ve CHP üzerinden bir duyum olarak kamuoyuna da ifşa olunca Erdoğan ve Davutoğlu mecburen seferi ötelemek zorunda kalmışlardı.

 

       Bu gün gelinen noktada sınırlarımızda ikinci bir Kürt devleti kurulmaması adına saraya davet edilen muhtarlar üzerinden yapılan konuşmalarda  “sınırlarımızda yeni bir devlete izin vermeyiz” nidalarıyla birlikte sarayın emrindeki Yeni Şafak vb. basın da bir kaç gündür “Giriyoruz” manşetleriyle çıkmaya başladı. Oysa bu seferler manşette kalmaya mahkum görünüyor. Türkiye’nin Suriye’ye kalıcı bir bölge oluşturma amaçlı girişi olanaklı görünmemektedir. Birkaç nedenle:

 

       1) Türkiye siyaseti bir ara döneme girmiştir. AKP hükümetten düşmüş, yeni hükümet kurulmamış, kurulup kurulmayacağı da belli değildir. Böyle bir dönemde bir dış seferin etkin ve başarılı şekilde yönetimi mümkün olmaz.

       2) Ülkemiz devletinin dış politikası başta ABD olmak üzere uluslar arası muhatapları nezdinde inandırıcılığını ve meşruiyetini kaybetmiştir. Bölgedeki halklar tarafından da nefretle anılmaktadır.

       3) Ülkemiz ordusu kalıcı bir bölge oluşturma amaçlı bir Suriye seferine hazırlıklı değildir. Hamaset gereği söylendiği gibi çelik disiplinden falan oluşmuş bir ordu değildir. Geçtiğimiz yıllarda kendi içine doğru en üst kademelerine yapılan paralel devlet operasyonuna hazırlıksız yakalanmış ve çözülmüştür. Böyle bir sefere çıkıldığında göz önüne alınması gereken bir dizi etmen olduğunun da farkındadır. Ve son ve belki de en belirleyicisi olarak ülkemiz ordusu bağımsız değil hala bir NATO ordusudur, ABD’den onay almadan giderayak AKP’nin peşinde bir Ortadoğu macerasına kolay kolay girişemez.

       Sonuç:
      “Alın işte IŞİD IŞİD dediniz, IŞİD’le savaşıyoruz” diyerek bir koridor, insansız bölge, bir geçiş bölgesi falan oluşturuyoruz görünümünde Suriye’ye yapılacak bir sefer Erdoğan-Davutoğlu’nun tükenmiş dış ve iç politikasına vurulacak son mezar çivisi olur. Hüsranla sonuçlanır. Erdoğan en kırılgan dönemini yaşamaktadır. İçeride en ufak demokratik içeriğe sahip alan etkinliklerini polis şiddetiyle bastırma-dışarıda ise sefer politikası sürdürülebilir değildir.

       Yukarıda bir Suriye seferini zorlaştıran etmenler sayılırken unutmadığımız, bizim böyle bir gelişme karşısında esas yükleneceğimiz halka olan yeni bir sokak isyanları dönemi açılır. Bu yüzden üç günlük deneme sürüşünün ardından dün gece gazetelere düşen son haberler bu seferden vazgeçildiğini, 40 km’ye atış yapabilen obüslerle sınırdan müdahale olasılığının daha ağır bastığını bildiriyor. Bizim için fark etmez. Buyurun, isterseniz deneyin. Tarih sefere gidip oradan dönmeyen padişah hikâyeleriyle doludur.

        

  

      Hikâye demişken kıssadan hisse bir Aziz Nesin hikâyesi anlatarak yazımızı bağlayayım. Gazetecinin biri, darbe günlerinde köyün birine varıp röportajlar yapmak ister. Nitekim önüne ilk çıkan köylüye, darbe hakkındaki fikrini sorar. Uyanık ve güngörmüş köylü, söyleyeceği her şeyin başını ağrıtacağını bildiğinden, “En iyisi ben size bizim ağa ile marabanın hikâyesini anlatayım” der ve başlar anlatmaya:

      Ağa traktörüyle köyden kasabaya inerken yolda rastladığı marabayı da yanına alır. Bir süre yol aldıktan sonra ağa, yolda hayvan pisliği görür. Ağa, marabanın hayalinde traktör sahibi olmayı geçirdiğini bilir. Hem biraz gülmek, hem de küçük düşürmek için marabaya, “Bak, şu yolun ortasındaki pisliği yersen, traktörü sana veririm” der. Maraba, bir taraftan fakirlik, bir taraftan ağanın uyanıklığına kızarak, iner pislikten bir miktar yer. Ağa, şaşkınlık içinde traktörü marabaya verir.

       Neyse, akşam olur, kasabadan eve dönerken, bu kez maraba ağayı traktörüne alır. Ama marabanın aklı fikri intikam almaktadır. Fırsat bir süre sonra yolun ortasına gelir. Hayvan pisliğini gören maraba, ağaya, “Ağam, aha yolun ortasındaki pisliği yersen, traktörünü sana geri veririm” der. Ağa, köye traktörsüz girmenin utancını düşünerek gözünü karartarak iniyor ve bir miktar pislik de o yiyor. Köye yaklaşırken maraba, düşünceli ve kederli soruyor: “Ağam, traktör giderken de senindi, dönerken de senin. Peki, biz birer avuç hayvan b.ku neden yedik?”