İzmir Fuarı açıldı.

Bu seneki onur konuğu şehrimiz, Denizli.

Asmam çardaktan
Suyu bardaktan
Bi yol öpüvee
gocuman gız
iliman yanaktan

Denizli onur konuğumuz ama Özay Gönlüm
aramızda değil maalesef... Yaren’i de.

Zeki Müren yok.
Bizi bırakalı 15 sene oldu.

Cem Karaca yok.
Barış Manço yok.
Nezahat Bayram yok.
Saniye Can yok.
Öztürk Serengil yok.
Tanju Okan yok.

Bilseniz ne kadar özledim Neşe Karaböcek’i, İlhan İrem’i, Ferdi Özbeğen’i... Çektiler kendilerini kenara, cezalandırdılar saçma sapan tipleri sanatçı diye baştacı eden bizleri... Gerçekten hak ediyor muyuz artık Edip Akbayram’ı, Erkin Koray’ı dinlemeyi?

Bak ne anlatıyor Neşet Ertaş: “Zeki Müren halk müziğimizi de nakış nakış işledi, Âşık Ali İzzet’in Mühür Gözlüm isimli şiirinin telifini ödeyip satın almış, aranjman olarak okumuştu. Şarkıyı Zeki Müren’in filminde seyrettim, sazı alıp, köylü yüreğimle ezgiledim, köy düğünlerinde söyledim. Bi zaman geçti, son model araba geldi, ‘Zeki Müren seni İzmir Fuarı’na çağırıyor’ dedi. Gittim. Bir ay çaldım. ‘Telif hakları bana ait olan bir şarkıyı nasıl çalarsın’ diye tek kelime etmedi. Bir gün biri geldi, ‘Zeki Müren seni çağırıyor’ dedi. Gittim. Gazino patronuyla aynı masada oturuyor. Ayağa kalkıp ‘Ağabey hoş geldin’ dedi. Türküye başladı. Tarif etmem imkânsız. İkinci dörtlüğü yakaladım, devam ettim. Gene ayağa kalktı, ‘Olamaz böyle bi ses’ diyerek, başını duvarlara vurdu. Rahmetliye çok şey borçluyum.”

Biri “yüreğim köylü” diyen, mahcup bi Anadolu çocuğu... Öbürü, erkek nüfus kâğıdı taşıyanların korkudan kıvır kıvır kıvırdığı ülkemde, cinsel kimliğini saklamadan, sahneye apartman topuk ve mini etekle çıkma cesaretini gösteren “mangal yürekli” devrimci.

E hâlâ emin misiniz...
O türkü bar denilen yerlerde dinlediklerinizin türkü olduğuna gari?

Siz ki, Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz... Haybeye mi dinlediniz?

Devekuşu Kabare kalibresinde bi hadise izlemeyeli kaç sene oldu mesela? Jürili mürili televizyon ucuzluklarıyla Nejat Uygur yetiştirebileceğini mi sanıyorsun? Çıkarabiliyor musun Erol Büyükburç,
Erol Evgin, Berkant? Bulabiliyor musun
kalipso kralı Metin Ersoy’dan, kanto kraliçesi Nurhan Damcıoğlu’ndan? Eylül geldi, çırpın istersen, Alpay geliyor mu?

Müzeyyen Senar hasta, içim titriyor...
Bülent Ersoy’a, Muazzez Abacı’ya,
Emel Sayın’a bebekler gibi bakmamız gerektiğini idrak edemiyor musun?
Nerde Gönül Yazar’ın? Ahmet Özhan maazallah sıkılıp bıraksa ayakkabısının
tozu olabilecek birini tanıyor musun?

Ercan ağabeyle denk geliriz bazen İstanbul’da, Ateşböceği Ercan...
Fuar’ı kucaklar gibi sarılırız birbirimize... Hani, Halit Kıvanç, Orhan Boran,
Erkan Yolaç ayarında sunucuların?

Bırak raksetmeyi, Nesrin Topkapı
şööle bi dururdu kardeşim...
Yarabbim, sen nelere kadirsin!

Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerdi, o günler. N’ayır n’olamazlı, sutyenin bile porno muamelesi gördüğü, damalı taksi dönemleriydi. Salçalı ekmek kemirdiğimiz, Anadol’un inekler tarafından yendiğine inandığımız, arapsabunu kokulu zamanlardı. Çamaşır makinelerinin merdaneli, cep telefonunu sadece Kaptan Körk’ün kullandığı, Arzu Okay’ın rüyalarımıza girdiği geceler... Mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvara tavşan yaptığımız, arkası yarın’a kulak kesildiğimiz akşamlardı. Polis teşkilatını Komiser Kolombo, adaleti
ise Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız... TRT’nin necefli maşrapa zavallılığında, turnike atmayı Koç Riivs’ten öğrendiğimiz günlerdi... Ama güzeldi.

Çünkü, onlar vardı.

Modern Türkiye’yi yansıtan, vizyon açan, yobaz duvarları yıkan, otorite karşısında eğilip bükülmeyen, güçlü sanatçılar, güçlü karakterler... Geleceğe dair umutlarımızı yeşertiyorlardı.

Saz heyeti bile smokinle çıkardı sahneye... İran’a özenip, kravata
savaş açılmamıştı henüz.

Ve, evet, bugün ayfon’larımız, ayped’lerimiz var, nostaljik İzmir fuarlarında imrenerek baktığımız teknolojiye sahibiz, duble yollarımızda ithal otolarımızla gazlıyoruz filan ama... Keresteler kıymete binmemişti. “Odun”lar sadece cigaradan çıkıyordu en azından.