Lozan Barış Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde, İsviçrenin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmeti ile Britanya İmparatorluğu (İngiltere),  Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Romanya hükûmetlerinin temsilcileri arasında imzalanmıştır.

Bu antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve paylaşımı üzerine inşa edilen ve dayatılan, aynı zamanda da tarihin en büyük utanç belgelerinden birisi olan Sevr Antlaşması,  işgalci devletlerin suratına fırlatılmış, yeni Türk Devleti’nin bağımsızlığı ve sınırları, emperyalist ülkeler tarafından resmen tanınmıştır.

 
Lozan’da, Misak-ı Millî sınırlarının tamamına yakını güvence altına alınmış, bir tek Musul sorunu halledilememiştir. Bunun yanı sıra, Irak sınırı tam olarak çizilememiş, konferansa sadece gözlemci (!) olarak katılan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından da,   sınırlarımız tanınmamıştır... Bugün hâlâ başımızı ağrıtmaya devam eden Ermeni, Kürt ve azınlıklar sorunu ise Lozan Antlaşması ile tamamen çözüme kavuşturulmuştur. Ermenistan’ın toprak talebi kabul edilmemiş, bağımsız bir Kürt devletinden ise hiç bahsedilmemiştir… Azınlıklar ise Türkiye’de yaşayan, Müslüman olmayan halklar olarak tarif edilmiştir.

 
Ne yazık ki Lozan Barışı’nın 89. Yılını kutladığımız bu günlerde, ülkeyi yönetenlerin hatalı ve aciz dış politikaları nedeniyle sınırlarımız tehdit altındadır. Bugün İngiltere’nin yerini alan ve dünyanın enerji kaynaklarının jandarmalığına soyunan ABD, yürürlüğe koyduğu Genişletilmiş Ortadoğu Projesi  (BOP) ve sözde Arap Baharı (!) operasyonları ile bölge ülkelerinin sınırlarını değiştirmektedir.

 
Günümüzün iktidarı ise, komşularımızın içişlerine karışmakta, ABD’ nin savaş davullarına öncülük etmektedir. Kendisini ABD’ nin Ortadoğu’daki eş başkanı olarak ilan eden başbakan, komşumuz Suriye’ye tehditler savurmakta, yakın zamana kadar kanka olduğu Beşşar Esad ve yönetimine “git!” demektedir… İktidarın,  yaklaşık 45 bin Suriye asisini, hangi akla hizmetle ülkemizde beslediğini anlamakta zorluk çekiyoruz. Bu asilerin ne zaman ABD’ nin planının bir parçası olarak harekete geçeceğini ise kestiremiyoruz. 

 
Burada en üzücü olan ise, Türkiye’nin Suriye’deki muhaliflere silah ve maddi destek sağlamakla suçlanmasıdır. İşte bu durum ağrımıza gitmektedir. Tıpkı askerimizin başına geçirilen çuval olayı, Mavi Marmara baskınında İsrail askerlerinin katlettiği dokuz vatandaşımız ile Suriye’nin düşürdüğünü iddia ettiği uçağımızın ve iki şehidimizin karşısında “suskun” kalan bir iktidar tarafından yönetilmekte olduğumuz gerçeğinde olduğu gibi…

 
ABD, Lozan’da tanımadığı sınırlarımızı, 1948 yılında kendi hesaplarına göre oluşturduğu bir harita üzerinde yayınladı. Türkiye’yi bu sözde harita ile Sevr’e yeniden mahkûm etti ve “parçaladı”. O gün bu gündür, Türkiye’yi parçalama çalışmalarına, BOP planı çerçevesinde hız kesmeden devam ediyor. Önce sağ-sol dedi olmadı, şimdi Türk-Kürt, türbanlı-türbansız diyerek,  kardeşi kardeşe düşman etmeye çalışıyor.


ABD, Ortadoğu ve Afrika’da 22 ülkenin sınırları yeniden çizilecek dedi. Irak ve Suriye’de, sözde Kürdistan bölgelerini oluşturdu. Türkiye’nin doğusunda ilan edilmesi planlanan sözde özerk Kürdistan bölgesi için, içeriden verilen destekçiler sayesinde hayli aşama kat etti.  Sırada İran var. İran’dan kopartılacak olan sözde Kürdistan bölgesi ile ABD’ nin ikinci İsrail’i olacak olan sözde büyük Kürdistan devleti inşa edilecek. Böylece Türkiye’nin Lozan’da elde ettiği sınırları ile Ortadoğu’nun sınırları yeniden çizilecek. 


Stratejik ortaklık ve eş başkanlık hayalleri ile Ortadoğu’daki pastadan pay kapma hevesi ile ellerini oluşturan büyüklerimiz ve gökten zembille TBMM’ ne inen Davutoğlu, Kürecik’te inşa edilen füze kalkanının bir gün bir şekilde Türkiye’ye döndüğünü görünce ne yapacaklar merak etmekteyiz…
***
               Bugün içeride sergilenen siyaset dinciliği, yeni Osmanlıcılık, ya da Osmanlı dönemine ve halifeliğe duyulan hasret ile atılan cahilce adımlar, Ortadoğu pastasından ABD yanında pay kapma hayalleri, dış politikamızı iflasın eşiğine getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi göz ardı edilmiş, komşularımızın tamamıyla aramız açılmış, Suriye ile savaşın eşiğine gelmiş bulunmaktayız. (Dış bakanımız hızını alamadı, Rusya’ya da ince ayar çekiyor…)

 
Mustafa Kemal Atatürk’ün,
"Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın çöküşünü bildirir bir belgedir. Osmanlı Devri'ne ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!"

dediği Lozan Barış Antlaşması ile dünya önünde tescil edilen sınırlarımız, bugün tehdit altındadır. İngiltere’nin Lozan ile suya düşen Ortadoğu ve Türkiye plânları, günümüzde ABD’ ile hayat bulmak üzeredir…

 
Ey Türk Milleti!
Kan uykundan uyan! Uyan ve oynanan oyunu gör artık!
Ne Osmanlı, ne siyaset ve sadaka dinciliği, ne etnik milliyetçilik, ne eşbaşkanlık, ne de stratejik ortaklık aldatmacaları seni kurtaramaz!
Dünyaya bir Mustafa Kemal’ daha gelmez!
Aklını başına al!
Uyan ve oynanan oyunu gör artık!
Bu gidiş iyi bir gidiş değil; “Dur!” demek ise geçmişte olduğu gibi yine senin elinde!
*
 
24 Temmuz tarihinin bir başka önemi daha var; Basın Bayramı…
 
II. Meşrutiyet döneminde çıkan gazetelerin, sansür memuruna gösterilmeden yayınlandığı gün olan 24 Temmuz, her yıl Basın Bayramı olarak kutlanıyor. Türk basını, üzerinde yaratılan korku ve yandaşlık prangası altında, kendi bayramını özgürce kutlayabilecek mi bilemem ama bendeniz tüm basınımızın bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Tamamen özgür bir basında buluşmak dileğiyle…