Hayata pırıl pırıl gülümseyen bi genç kız.
Üniversite öğrencisi. Gezi Parkı’na uğramıştı. Fotoğraflar çekti. Dolaştı, çıktı, Taksim’den Gümüşsuyu’na iniyordu, ki, gaz bombası atıldı. Telaşla kaçmaya çalıştı. Polisler kovalıyordu. Kulak tozuna vurdular. Sersemledi. Kaldırıma oturdu. Kafasına bir darbe daha… Yere düştü. Tekmelediler.
İttirildi kaktırıldı, gözaltına alınmıştı.
Doooğru Emniyet Müdürlüğü’ne.
*
Sordular, adın ne?
“Lorraine” dedi.
Fransız’dı.
*
Aha, casus yakaladık…
*
(James Bond filmlerinde, Görevimiz Tehlike’de filan görmüşünüzdür muhtemelen, bu yabancı casuslar hep böyledirler, gelirler, toplumsal olayların içinde polise yakalanırlar!)
*
Neyse… İfadesini almak istediler, çocuk Türkçe bilmiyor, bunlar Fransızca bilmiyor. Allah’tan, İstanbul Barosu var. Adli yardım bürosundan gönüllü avukat yetişti imdadına… Yine Baro’dan, tercüman getirildi. Susma hakkını kullandı. Haseki Hastanesi’ne götürüldü. Üç erkek doktor tarafından kontrol edildi. Sol bacağında üç santimlik açılma olmuştu, tekmeden… Bacak mosmordu. Kafasında şişlik, berelenme vardı. Rapora bunlar yazıldı. Aslında, asıl sorun kalçasındaydı. Hem çürük içindeydi, hem de darbeden yara açılmıştı. Hayatında ilk defa gözaltına alınmış, dövülmüş, şokta, tanımadığı adamlar etrafında, nerdeyim ben paniği… Bi de üstüne, ne alakaları varsa, odada iki tane erkek hastabakıcı var, adeta sinema seyreder gibi seyrediyorlar…
Kalçasını göstermeye çekindi.
Orası rapora yazılmadı.
*
Adliyeye götürüldü. Savcıya anlattı. Nantes Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisiydi, Erasmus değişim programıyla bir dönem için Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne gelmişti. Okulda dergi çıkarıyorlardı, gazetecilik dersine giren hocası “gidin, görün, haber olarak yazın” demişti. O da, diğer sınıf arkadaşları gibi, gözlemlemek üzere Gezi Parkı’na gitmişti.
Hepsi buydu.
*
Daha savcılık tutanaklarına bile girmeden… Şerefli Türk basını, adını soyadını bile yazarak, çoktaaaan casus ilan etmişti. “Gezi olaylarında dış mihrakların parmağı olduğu belgelendi, diplomatik pasaport sahibi Fransız ajan kıskıvrak yakalandı, uluslararası organizasyon deşifre edildi, korkunç plan bozuldu, hedef kaos yaratmaktı, Lorraine K. adındaki Fransız, güvenlik şubeye götürüldü” diye yazdılar.
*
(Nasıl anlatabiliriz ki benim canım Lorraineciğime… TSK’nın yarısını “casus” diye damgaladı bunlar… Sen haline şükret, sadece casus dediler sana… “Fuhuşçu casus” da diyebilirlerdi. Alman’a ait diye, piyano tutuklandı abicim, piyano!)
*
Neticede, savcı durumu anladı, serbest bıraktı ama… Yok öyle hemen bırakmak falan! Polis bırakmadı. Kolundan tuttular, doooğru Kumkapı’ya, yabancılar şubesi’ne götürdüler, kadınlar koğuşuna tıktılar. Memlekete kaçak giren Burkina Fasolular orada, denizden botla kaçarken yakalanan Sri Lankalılar orada, kamyon kasasında enselenen Myanmarlılar orada, Kongolular, Kamerunlular, Afganlar, tam şenlik…
Peki niye buraya tıktılar kızı?
Mevzuat böyle… Savcı bıraksa bile, suça karışmasan bile, takipsizlik verilse bile, bakalım Milli İstihbarat Teşkilatı ne diyecek? “Ankara’dan cevap gelince bırakacağız” dediler. Lorraine başladı beklemeye.
*
Galatasaray Üniversitesi haberdar oldu. İstanbul Barosu adli yardım bürosunda gönüllü avukat olan, aynı zamanda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doktora yapan, Bedia Ayşegül Tansen devreye girdi. Hem kızcağızı bir saniye olsun yalnız bırakmadı, hem de resmi yazışmaları takip etti, hızlandırdı. Buna rağmen, salı günü gözaltına almışlardı, anca 5 gün sonra, cumartesi çıkarılabildi.
*
İşin ekstra hazin tarafı ne biliyor musunuz… Polisimiz tarafından sebepsiz yere dövülen, içeri tıkılan, casus ilan edilen Lorraine, polis kızı… Babası, Fransız Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuru!