Lâiklik, Latince “laicus”  kelimesinden Fransızcaya laik (laic) veya Layik (Laigue) şeklinde geçmiş, bu şekilde Fransızca olarak ifade edilmiştir.
Laikliğin kelime anlamı; ruhani olmayan kimse, dini olmayan şey, fikir, kurum, müessese, sistem, prensip, dine ait olmayan şey anlamlarına gelir.  Laik teriminin din düşmanlığı ve dinsizlikle bir ilgisi yoktur. Hristiyan dünyasında dini temsil eden bir ruhban sınıfı vardır. Bu ruhban sınıfı ( papazlar) onlara göre Tanrı İsa Mesih’in yeryüzündeki temsilcileridir. İşte bu sınıfın dışında kalan herkese ve her şeye “Lâik” deniliyor.
İslam Dini ise böyle bir yapıyı reddeder. Benzetme açısından, Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri, İlahiyat Fakülteleri gibi kurumların dışında kalan her kuruma, örneğin “Mal Müdürlüğüne, Tapu Müdürlüğüne, Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne... vb. veya dini konuşmaların dışında kalan her konuşma laiktir.
Lâiklik, Hıristiyan Batı dünyasında büyük mücadeleler sonucu doğmuş ve gelişmiştir. Bilindiği gibi klasik Hristiyan anlayışında/uygarlığında kilise yani ruhban sınıfı her şeyi kendi otoritesi altında tutuyordu. Günlük işlerden bilimsel çalışmalara, ekonomi, siyaseten felsefeye kadar hemen hemen her şey kilisenin buyruğu altındaydı. Hristiyanlıkta, özellikle Katolik dünyasında kilise Tanrı adına görüş bildirme hak ve yetkisine sahipti. Din konusunda neyin doğru ve geçerli olup olmadığına kilise karar verirdi.
Katolik, Hristiyanlıkta insanlar iki guruba ayrılıyordu
1: Ruhaniler adı verilen din adamları: bunlar da;                                                       
a-Günlük hayattan kopuk, halktan uzak olarak manastırlarda yaşayan ve ömrünü ibadetle geçiren din adamları. Bunlara aynı zamanda  “zahitlerde” denir 
            b-Papaz ve piskopos gibi halk içinde herkesle beraber yaşayan din adamları. Bunlar ayinleri yönetir ve kiliseye hizmet ederler.
2-İşte bu sınıfların dışında kalan herkese lâik deniliyordu.
Lâikliğin Terim Olarak Kullanılması
Lâiklik, terim olarak devlet ve hukuk alanında 1789 Fransız ihtilalinden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Yani dininin  (Hristiyanlığın,  daha doğrusu Hristiyanlık adına oluşan ruhban sınıfının)  devlet işlerinden, devletinde din işlerinden ayrılmasıdır. Diğer bir ifadeyle ruhban sınıfının sadece ahiretle ilgili işlere bakması, dünyaya ait yetkilerden vaz geçmesi, dünyaya ait işleri yönetime devretmesini ifade eder. Çünkü İsa a.s.’da 50 yıl sonra oluşturulan/oluşturulmaya başlayan Hristiyanlıkla hayatın gerçekleri çatışıyor, halk ve devlet (Hristiyan dünyası) kilisenin baskısı altında sıkışıp kalmıştı.
Avrupa da Laik Düşünceye İhtiyaç Hissedilmesi
            Hristiyan dünyasında din, yani din adına oluşturulmuş ruhban sınıfı her şeye hâkim durumdaydı. İlmi gelişmeler kilisenin onayından geçer, devlet dinin emrinden (kilisenin emrinden) çıkamazdı. Çünkü kilise Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi durumundaydı. Kilisenin uygulamaları onlara göre aynı zamanda Tanrı’nın istekleriydi. Böyle bir anlayış devleti ve ilmi büyük bir baskı altına tutuyordu.
Bunu iki şekilde ifade ederiz:
1-Din ( Hristiyanlık) ilim ilişkileri
Dini sınıfa göre her şey kilisenin onayından geçmek durumundaydı. Çünkü kilisenin onay vermediği şeyler kabul edilemezdi. Kilisenin görüşüne aykırı beyanda bulunanlar engizisyon mahkemelerinde yargılanır ve ölüme mahkûm edilirdi. Bu ise her türlü ilmi gelişmenin önünde bir engeldi. Örneğin Galile’nin (Galileo Galilei, 1564 yılında İtalya'da doğdu. 1583'den itibaren matematik ve astronomi alanında çalışmaya başladı. Modern fizik ve teleskobik astronominin kurucusu kabul edilen Galileo, pusulayı ilk piyasaya süren, gük dürbünü ve mikroskobu geliştiren kişi olarak bilim tarihine geçti. Galileo, Dünyanın kendi etrafında döndüğü fikrinin de yeraldığı kitaplar yayınladı. Bu kilisenin tepkisini çekti. 1632'de yayınladığı `İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar' kitabı üzerine Engizisyon mahkemesi tarafından ömür boyu hapis cezası aldı ve kitabı yasaklandı. Hapiste bulunduğu sırada 1636 yılında kör olan Galileo, 1642 yılında hayatını kaybetti.) dünyanın yuvarlak olduğunu iddia etmesi, bu konuda da kilisenin görüşünü dünyanın tepsi gibi olduğu görüşü Galine’nin yargılanmasına sebep olmuştur. Kısaca ilmi çalışmalar kilisenin baskısı altında ilerleyemiyordu.
            Günümüzde ise organ nakli ve kan verme kiliseye göre yasak olduğu halde bu dünya işi olduğu için uygulanmaktadır. Onun için dinin, daha doğrusu din adına oluşmuş dini sınıfın bunlardan uzaklaşması gerekiyordu. Batıda din devre dışı bırakılmadı din adına oluşan bu sınıfın uygulamaları devre dışı bırakıldı.
2-Din (Hıristiyanlık) devlet ilişkileri
Hristiyanlıkta dini sınıf aynı zamanda devlet yönetiminde de hâkim durumdaydı. İşlerine gelen kişileri kral yapar, işlerine gelmeyenleri ise aforoz ederlerdi. Dolayısıyla devlet uygulamaları kilisenin tahakkümü altındaydı. Özellikle İslam dünyasına karşı haçlı savaşlarına Tanrı böyle istiyor diye bunlar başlattı. Avrupa’nın kendi içinde 30 yıllar 100 yıllar mezhepler savaşlar olmuş milyonlarca kişi bu yüzden ölmüştür. . Örneğin; 1573 yılında Fransada gerçekleştirilen Sen Bertalami katliamında 30.000 Protestan kadın, çocuk ayrımı yapılmaksızın hunharca öldürülmüştür. Bu tip uygulamalar halk ve devlet yönetiminde büyük bir sıkıntı meydana getiriyordu. Bunun için devlet-din ilişkilerinin ayrılması gerekiyordu.
Avrupa’da lâik düşüncenin doğmasına etki eden faktörler
Burada üç önemli konu göze çarpmaktadır. İlki İspanya’da kurulan Müslüman Endülüs Emeli Devletidir. Buradaki gelişmeler ve kurdukları medeniyet batıyı derinden etkilemiştir. Batıdaki hür düşünmenin filizlerini oluşturmuştur. İkincisi ise haçlı savaşları. Haçlı savaşları aynı zamanda bir medeniyetler karşılaşmasıdır. Üçüncüsü ise o Müslüman dünyadaki ilmi gelişmeler. Özellikle 8. Ve 9. yüzyıldaki ve Osmanlının yükselme dönemimdeki ilmi gelişmeler. Müslüman dünyasındaki anlayış Avrupa’yı derinden etkilemiş Avrupa’daki yanlış anlayışlara karşı bir tepkinin doğmasını hazırlamıştır.
Türkiye’de Lâiklik ve Türkiye’ye Geliş Sebepleri
            1-Dış Sebep: Osmanlı’nın son zamanlarında, yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyeti altında her türlü varlıklarını korumuş olan azınlıklar, düşmanlarımız tarafından, bunlara baskı yapılıyor bahanesiyle Osmanlı Devleti üzerinde baskı uygulama yoluna girmişlerdir. Mondros Ateşkes Antlaşmasını da bahane ederek bu azınlıkları hürriyetine kavuşturma bahanesiyle tüm ülkeyi işgal etmişlerdir. Bundan kurtulmak için bir istiklal mücadelesi verilmiştir.
            2-İç Sebep: İslam Dini ve değerleri, İslam tarihi boyunca zaman zaman siyasi amaçlarla kullanılmak istenmiştir. Hatta böyle temâyüller Peygamberimiz (S.A.V.) zamanında da görülmüştür. Peygamberimize karşı yalancı peygamberlerin çıkması, Tebük savaşına katılmak istemeyen bazı münafıklar, Peygamberimize değişik mazeretler ileri sürerek savaşa katılmamışlardı. Tuzak kurmak, Müslümanların birliğini bozmak için Kuba Mescid’in yakınına yapmış oldukları Mescid’i açmak üzere Peygamberimize teklif getirdiler, Peygamberimiz de savaş hazırlığında olduğu için Tebük savaşı dönüşü açabileceğini söyledi. Savaş dönüşü münafıkların mescidin açılışını istemeleri üzerine Tevbe Suresi’nin:
            “Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.”  Tevbe:107–110. ayetleri nâzil olmuş (inmiş) ve münafıkların iç yüzlerini açığa vurmuştur. Bunun üzerine Peygamberimiz adına Mescid-i Dırar (fitne, fesat mescidi) denilen mescidi yıktırmıştır.
           Hz. Ali’nin hilafeti zamanında meydana gelen Sıffın savaşında da, Kur’an-ı Kerim sayfaları mızrakların uçlarına takılarak siyasi amaçlar için kullanılmıştır. Hz. Ali askerlerine mızrakların ucuna Kur’an sayfalarının takılmasının bir hile ve aldatmacıdan ibaret olduğunu bundan dolayı kabul edilmemesi gerektiğini açıklamıştır.
           Osmanlı döneminde ise Nevşehirli damat İbrahim paşa ve çevresindekilere karşı matbaanın kurulması dâhil yapılan yenilik ve imar faaliyetlerine karşı olan bazı kimseler Arnavut Patrona Halil ile birlikte 28 Eylül 1730 da isyan hareketi başlatarak; “şer ile davamız var. Muhammet ümmetinden olanlar bayrak altında gelsinler” diyerek halkı ayaklandırmışlardır.
            Günümüzde ise bazı tarikat eylemleri, yakın tarihte Hizbullah adını kullanan terör hareketleri, Işid, Boko Haram gibi terör yapılanmaları dini amacı dışında kullanmaktadırlar. İşte tüm bunlara karşı laiklik, dinin politik, ekonomik ve siyasi amaçların dışında din özgürlüğünü ifade eder. Lâiklikten amaç ne din düşmanlığı nede dinin kullanılmasıdır. Devletin dinler karşılığında tarafsızlığıdır. Lâiklik devletle ilgili bir kavramdır. Devlet lâik olur, din ise vatandaşlarla ilgili bir husustur. Devlet vatandaşların yani milletin siyasi bir organizesi ise, milletin her türlü meşru ihtiyacını karşılamakla görevlidir. İşte bu anlamda lâiklik devletinin inançlar karşısında tarafsızlığıyla beraber vatandaşların din, inanç ve ibadet özgürlüğünün de teminatıdır. Onun için ibadet yerleri ve ibadet güvencesi devletin teminatı altındadır.
           Atatürk bunu şöyle ifade eder; “Lâikli, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”
           "Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. "
           “Lâiklik asla dinsizlik olmadığı gibi sahte, dindarlık ve hurafe ile mücadele kapısını açtığı için hakiki dindarlığın gelişmesine imkân temin etmiştir.”
           “Laik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya yeltenenleri, fesatçılara fırsat vermemek lazımdır.”
Laiklikten anlaşılan şey: dinin güncel, siyasi olayların dışında, dinin kendi ulviyetine uygun bir gelişme sağlamaktadır.
Kişi laik olmaz, devlet laik olur. İnançlar kişilerle ilgilidir. Kamu görevi yapan kişiler, kamudan hizmet alanlara veya kamudan yararlanmak isteyenlere karşı bunu sağlarlar. Yasal ve temel hakları kullanım konusunda inanç, siyasi farklılık gibi mülahazalarla ayırım yapamazlar ve dini ve dine dayalı değerler siyasi, ticari anlamda çıkar menfaat için kullanılamaz demektir. Her bireyin tüm dini inançlarını hiçbir baskıya maruz kalmadan yerine getirebilmesi, öğrenebilmesi, yayabilmesi hakkını da ifade eder.
Laiklik adına uygulamada geçmiş dönemlerde, bu kavramla asla bağdaşmayan uygulamalar olmuş ve olmaktadır. Laiklikte çoğu zaman bazı uygulamalar İslâm'a karşı yeni bir din dayatmasına dönüşmüştür. Bu uygulamalar laiklik adına yapılan ama laiklikle bağdaşmayan uygulamalardır ve doğru değildir.
1.5.2016
Savaş Ören
Niğde Kur’an Evi Derneği Başkanı