Niğde Üniversitesi Kültür ve Sanat Evi’nde Prof. Dr. Ziya Avşar ile Mesnevi Sohbetleri her cumartesi devam ediyor. Her hafta doyulmaz sohbetlerinin ışığında hem insanı düşündürüyor hem de Mesnevi’de geçen çeşitli hikâyeleriyle gönüllere ilham veriyor.

Ziya Avşar en son yaptığı sohbetlerde Mevlana’nın Mesnevi’nde geçen ihsan kavramından ve hilekâr Vezir’den bahsetti. Konuşmalardan elde edilen notlar: “Binlerce balık ve deniz, onu gördükleri için ederler, onun ihsanına secde. Deniz de balık da ihsana (görme yetisine) sahiptir. Kör olan insandır çünkü o nankördür. Evrende her şey onu görür gibi ihsan eder. Bu yüzden ihsan yağmurları, ihsan denizi deriz. Eğer sadece yağmur yağsaydı ve denizi doldursaydı deniz incilenmezdi, toprak yeşillenmezdi. Her şey ihsan ile dönmeye başlıyor. Ancak bu ihsanı bozacak bir şey varsa o hasettir, şerdir, fitnedir. Yani ihsanın ahdini bozan yine insandır. Cömertlik yoksa bu ihsana aykırıdır. Elinde fazla olan verilmezse bir zamanlar onun sultanıyken onun bekçisi olunur. Hâkim olmak varken neden mahkûm olunur ki? Hz. Peygamber’in sahabe ile her konuşması cömertlik üzerinedir. Sadece aile evine yetecek kadar yemek bırakır devamını sahabelere dağıtırdı. İlmi verirsen ilmin tazelenir, nimetin devamını aktar ki devamı gelsin. Ağaçlar da cömertlik vesilesi ile tekrar dirildi. İlmin nuru toprağa ve suya düşer. Toprak öğrenir tohumu nasıl yetiştireceğini. Toprak ilimden emin sıfatını alır. Hz peygamber de emin sıfatını almıştı. Emin olan safidir, emin olan aldatmaz. Mevlana der ki: “Her ilmin, kelimeden kurtulup kavram olması gerekir.” Bu kavramlar ihsan, nur, kerem ve eminliktir. Tüm bunlara ters bir de ters ihsan vardır ki, ona biz kahır deriz. Onlar, kör sağır ve nankördürler. Allah onları ters ihsanla kahreder. Körlükten, sağırlıktan öteye gitmesinler diye. Önce ıslah eder sonra helak eder. Hakkın ters ihsanına uğramadan yerine getirelim. Mesnevi de geçen bir söz: “Bu coşkuya güç yok gönül ve canda, kime diyelim kulak yok cihanda” Mevlana onu anlattığı an kâinattaki her güç sanki onu dinliyor. Bir sır söylese ama alemin kulağı yok. Akik taşının bir sırrı var ki o da Süheyl-i yamani yıldızından. Bu yıldızın taşların üzerine düşmesiyle taşlar pişip akik oluyor, bizim de üzerimize düşen bir yıldız var. Mevlana’nın bir sözü: “Kimya yapan odur, kimya nedir ki?/Mucize bağışlar, simya nedir ki?”

Bir vezir var ki Hıristiyanları 16 fırkaya ayırdı, fitne yaptı. Planları Hıristiyanları parçalamaktı. Şimdi birleşen onlar, parçalanan biziz. Hileyi yapan 50 yıl muvaffak olsa bile zararı kendine dokunur. Önce başarı hissini verse bile Kadim, Kadir, Kudret isimleriyle büyük acı verir. En büyük zalim de Firavun’dur. Hakk Firavun’a bazı işaretler gönderdi. Firavun rüyasında Filistin’den gelen bir ateşin sarayını yaktığını görüyor. İsrailoğullarından doğacak bütün çocukları öldürmesi fazla uzun sürmüyor. İnançlı olan eşi Asiye validemiz buluyor Hz. Musa’yı. Herkes büyücü zannediyor onu, ancak o diriltse bile yine öldü. Asıl diri olanın peşinden gitmeli. Asıl diriliş ölümden sonradır. Hakkın lütfu o kadar sonsuzdur ki… Son olarak Mesnevi’de geçen bir hikâye: Babilde Zühre adında güzel bir kadın vardır. Harut ve Marut isimli iki melek Allah’a “Biz sana o kadar çok zikir ederken sen insanı bizden üstün tutuyorsun. O insanda olan neftsen bize de ver, onlara nasıl ibadet edileceğini öğretelim” dediler. Harut ile Marut’un bir dükkânları var. Zühre ibadet eden bu melekleri gördüğünde içki içen kocasını kurtarmalarını ister. Melekler de kabul edip karşılığında kendilerine ram olmasını isterler. Zühre de son olarak Allah’ın İsm-i Azam’ ını öğretmelerini ister. Öğrenmesiyle de gökyüzünde bir yıldıza dönüşür. Meleklerse cezalarını Babil’de bir yerde ayaklarından asılı olarak çekiyorlar.”


Editör: TE Bilişim