Eskişehir’in eski emniyet müdürüydü. Otuz küsur yıl suç ve suçluyla mücadele eden bir kurumda çalışmıştı. Sıradan birisi olmadığı, zaman zaman kamuoyunun gündemine gelen konularla ilgili yaptığı cesur açıklamalardan biliniyordu. Onu tanıyanlar sağ, muhafazakâr görüşlü ve inançlı bir insan olduğunu söylüyorlardı.
“Bir kitap okudum hayatım değişti”  diye bir söz vardır. Bu eski emniyet müdürü için tam da bunun tersi oldu. Adam bir kitap yazdı, hayatı değişmedi, alt üst oldu. Adam yazdığı kitap sayesinde emniyet müdürüyken birden bire suçlu haline geldi. Hâkimken mahkûm oldu. Yeni suçlular arasına eski bir suç kovuşturan kişi olarak katıldı. İşin en ilginç yanı da sağ ve inançlı bir insan olarak sürdürdüğü hayatını sol ve inançsız bir terör örgütüne “yardım ve yataklık” suçlamasıyla katılmış olmasıydı.

Güçlüler hükmediyor!
Olayın özü şu; adam “teşkilat içinde, özellikle istihbaratta cemaat örgütlenmesi var, beni bile dinliyorlar” diyor. Adamın  “bir kadınla ilişkisi olduğu ve bu yüzden izlendiği” iddialarını ortaya atıyorlar. Bilahare “silahlı bir sol örgütle dolaylı teması olduğu iddiasıyla” da adamı tutukluyorlar.
Olgunun çok daha ilginç yanı adamın kitabı “kendisini kurtarmak için yazdı”  iddiasıydı. Bu komik iddiayı, özgürlükçü ve demokrat olduğunu söyleyenler var gücüyle savunabiliyor. Bu durum Türkiye’de gücün ve güçlünün kendi adaletini de haklılığını da yarattığını gösteriyor.
İşin aslı nedir, gerçek nerededir? Bunu bilen yoktur. Çünkü iddia, itham, iftira ve isnadın tufan gibi yağdığı bir yerde gerçeğe ulaşmak mümkün olmuyor. Zaten sorun da buradadır. Kimsenin gerçeği aradığı da yok. Türkiye’de durumdan vazife çıkaranlar için asıl olan kafa karıştırmak, belirsizlik ortamı yaratmak ve vicdanları susturmaktadır. Son beş yıldır yapılan da tamı tamına budur. 
Burası Türkiye, burada “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” denilebiliyor. Burada bir anda insanlar tavandan tabana indirilebiliyor; sağcıyken solcu muamelesi görebiliyor ve mücadele ettiği örgütün mensubu olabiliyor. Yüzü aşkın kişi hakkında bir anda toptan yakalama emri çıkarılabiliyor ve aynı insanlar maksat hasıl olduktan sonra tutuklanmadan bir anda toptan serbest bırakılabiliyor! Bunun adına da adalet ya da yargı deniliyor.

İnsanlık adına kaygı verici!

Türkiye’de bugün hedef haline gelen insanların ilk önce itibarları infaz ediliyor. Sonra şerefleriyle oynanıyor. Ardından da haklarında her türlü iftira ve isnat yapılıyor. Eski bir müdür bir kitap yazıp bir takım iddialar ortaya attıktan sonra onun iddiaları değil yaşadığı iddia edilen duygusal ilişkileri irdeleniyor. İnsanların önce itibar infazı yapılıyor, ardından da hapishaneye tıkılıyor.
Bir yerde adalet adı altında adaletin katledilmesi, hak adına haksızlıkların yapılması, suçlu diye masumların yargılanması yapılıyorsa işte orası insanlar için tam bir cehennemdir. Yaşanacak bir yer değildir. Almanya’yı Almanya yapan  “Berlin’de yargıçlar var” diyebilen inançtır. Bu inanç Türkiye’de ’Ankara’da suçlular var’a dönüşmüştür. Aradaki fark bu kadardır.
Geçmişte zulme uğradığını söyleyenler gücü ele geçirince zalimlikte sınır tanımıyorlar. Meğerse birileri zulme, kendileri yapamadıkları için karşı çıkıyormuş. Hapishane köşelerinden sızan gözyaşlarına, çığlıklara ve isyanlara karşı bu kadar kayıtsız kalmak için ancak bu tür bir vicdana (!) sahip olmak gerekiyor.
“İnsan insanın kurdudur”  söylemi bir paradigmadır ve bunun üzerine devlet teorisi inşa edilmiştir. Ancak meşhur Darwin bundan tam yüz yıl önce “aynı türden hayvanların birbirlerini yemediklerini” kanıtlamıştı. Darwin, insanı hayvanın (tekamül) gelişmiş türü olarak nitelendirmişti. Ne dersiniz? Darwin resmi tersinden okumuş olmasın?