Himmet; Allah'tan bir kişinin işinin olabilmesi için, Allah'a yakın bir kişinin duasıdır. Tabi ki başkası için iyilik için dua edilmesi güzel bir şeydir ama başlıktaki ifade farklı bir mesaj veriyor. 

Genelde Allah dostları, Allah'ın sevgilisi oldukları için Allah onların duasını genelde kabul eder. Sadece olmayacak şeyler isteyen bazı kişiler için dua etseler de Allah bu dualarına rıza göstermez. Zaten bu Allah'ın veli kulu olmayacağını bildiği halde edep açısından kişileri üzmemek için dua eder.
Peki kendisi Allah’tan uzak ve Allah'ın yardımına ihtiyacı olan bir kişi nasıl bir başkasına yardım edebilir ki? Önce Allah'ın kişinin duasına hangi durumda icabet eder?
BAKARA - 186
:Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne). Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
Önce Allah'a kul olmamız lazım; sonra Allah'ın davetine icabet etmek lazım ve amenu olmak lazım;
1-ALLAH'A KULMUYUZ?
2-ALLAH'IN DAVETİNE İCABET ETTİK Mİ?
3-AMENU OLDUK MU?
1-Allah ayette, Allah'a kul olmamız için Sırat-ı Mustakim üzere olmamız gerektiğini söylüyor. Acaba bizler Sırat-ı Mustakim üzere miyiz? Değilsek nasıl Sırat-ı Mustakim üzeri olunur?
İşte bu soruların cevaplarına bakmamız lazım ki gerçekten din öğretmek ile görevli kişiler doğrumu söylüyorlar.
YASİN - 60
:E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
YASİN - 61
:Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm (mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
Peki Sırat-ı Mustakim üzerinde nasıl olunur? Bunun için ne yapmamız lazım?
NİSA - 175
:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
O zaman 3. soru gündeme gelir ki, Allah'a AMENU olmamız lazım
AMENU olan kimdir? Sorusunun cevabına bakalım,
HUD - 29
:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn (techelûne).Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben ÂMENÛ olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
ÂMENÛ olan kişi Allah'a mülâki olmayı (ulaşmayı, kavuşmayı) dilemiş bir kişidir. Böyle bir dilek var mıdır? Bakalım.
ANKEBUT - 5
:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Demek ki Allah'a mülâkî olmayı dilerse bir kişi, tabi bu dilek samimi ve kalben yapılmalı o zaman Allah Mülâkî olacağı gün gelecektir diyor.
Peki dilemez isek ve İslâm’ın beş şartı yeter dersek. İşte ayette Allah'ın mülâkî dileği olmayanların ateşe gideceğini vermiş.
YUNUS - 7
:İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne). Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
YUNUS - 8
Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
YANİ İSLÂMIN BEŞ ŞARTINI YERİNE GETİRSEN DE SONUÇ ATEŞ;
Allah'a mülâkî olmayı istemeyen Mülâkî olma ayetlerini yalanlamıştır.
KEHF - 103
:Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen). De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
KEHF - 104
:Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an). Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
KEHF - 105
:Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen). İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Mülâkî olmayı yalanlayan bir kişinin de İslâm’ın beş şartı ile kazançtayım düşüncesini ne kadar batıl olduğu görülüyor.
Neden bu Allah'a mülâkî olmak (Allah'a ulaşmak ve kavuşmak) önemli?
3. Sorusunun cevabına bakarsak, Allah'ın bir emri olduğunu görüyoruz.
RAD - 14
:Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin). Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
Aynı şekilde Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz de insanları Allah'a davet ediyor.
KASAS - 87
:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn (muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Allah kendine çağırıyor davete icabet etmiyorsun; Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz de insanları Allah'a davet ediyor davete icabet etmiyorsun ve ALLAH'I VE ONUN RESULÜNÜ ÇOK SEVİYORUM DİYORSUN.
AHKÂF - 31
:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32 :Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık DALÂLET içindedirler.
BU NASIL BİR SEVGİ? DAVETE İCABET ETME SONRADA KENDİNİ "ELHAM DÜLİLLAH MÜSLÜMANIM" DİYE MİLLETE YUTTUR.
Sonra İslâm’ın beş şartı yeter diyorsun ama Allah'ın ve resulünün Kur’an-ı Kerim'in ayetine inanmıyorsun, bu nasıl bir din ki?
Eğer Mülâkî olmayı kabul etmiyorsan hüsrandasın ve hidayete eremezsin.
YUNUS - 45
:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne). Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Hidayette değilsen dalalette ve senin için himmet edecek bir Allah dostu da yoktur.
KEHF - 17
:Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden). Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
Bu Allah dostu ki veli mürşit olarak açıklanmış insanlara Kur’an-ı Kerimi yaşatmak için Allah tarafından tayin edilmiş ve hacet namazı ile Allah'a sormak lazım. Allah böyle istiyor.
NAHL - 9
:Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne). Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Bu kadar din görevlisi var neden onlardan duymuyoruz bunları diyebilirsiniz; zaten benden de duymuyorsunuz direk Allah'ın ayetlerinden görüyorsunuz.
Din adamları da ayetler ile Allah'ın doğrularını anlatsalar, hak din olan Allah’ın hidayet dinini anlatır insanları Allah'a davet ederlerdi. Görevleri de hidayete vesile olurlardı.
Bu konuda Allah ne diyor bakalım
YUNUS - 35
:Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne). De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki: “Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
Demek ki hidayete eremeyen kişi başkasının hidayetine vesile olamıyor. Hidayetin ulaşmak olduğunu bilirler, ama gene de üstünü örtmek için doğru yol derler.
YASİN - 21
:İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn (muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
Din öğretenlerden Sahabe gibi, Yunus gibi bir kişi gördünüz mü? Dini Kur’an-ı Kerimden öğrenemedikleri için Allah'ın emirlerini bilmezler. Sadece İslâm’ın beş şartını bilirler (Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek, kelime-i şahadet getirmek) bunlarda hidayete erdirmez ve nefsin ıslahını sağlamaz. Din öğreticilerine sorarsanız İslâm’ın beş şartı yeterlidir, yetmediği zaten kendilerini söyledikleri çürütüyor. Derler ki "az bir süre cehenneme gireceğiz, günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz". Demek ki İslâm’ın beş şartı yetmiyor, yetseydi cehenneme neden girilsin ki?
Cehenneme girince gerçeği söylüyorlar. Kendilerini bile kurtaramadıkları açıkça belli.
İBRÂHÎM - 21
:Ve berezû lillahi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey’(şey’in), kâlû lev hedânallâhu le hedeynâkum, sevâun aleynâ ecezi’nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs(mahîsın). Hepsi Allah'ın huzuruna çıktılar. Ve zayıf (güçsüz) olanlar kibirlenenlere şöyle dediler: “Muhakkak ki; biz size tâbî olduk. Şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” Onlar: “Eğer Allah, bizi hidayete erdirseydi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Sabretsek de, sabretmesek de bizim için aynıdır. Bizim için kaçacak bir yer yoktur.” dediler.
İşte bu din öğreticilerinin dini bilmediklerine dair Allah'ın ayeti;
BAKARA - 78
:Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne). Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece emaniyyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zannediyorlar.
BAKARA - 79
:Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn (yeksibûne). Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazarlar, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu, Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı. Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
BAKARA - 80
:Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne). Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar): “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez (Allah'ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
Böyle demiyorlar mı? “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).”
BAKARA - 81
:Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne). Hayır, (sandığınız gibi değil) kim günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
İşte kendilerinin ihtiyacı olan hidayete doğru yol diyerek insanların Allah'a ölmeden ruhlarını ulaştırmasını engelleyen bu kişilerin bir başkasının dua ederek kurtulmalarına vesile olamazlar.
Çünkü himmetin kendilerine ihtiyacı vardır.
Unutmayın Ruh Allah'a aittir ve insana şerefli kılmak için Allah doğarken içimize üflüyor,
SECDE - 9
:Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne). Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Ruhumuzu Allah'a ulaştırmayı samimi olarak kalbimizden dileyerek Amenu olur ve Allah'ın dostu oluruz. Allah da dostlarını ZULMETTEN NURA ÇIKARIR.
BAKARA - 257
:Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne). Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
NEDEN ALLAH'A HACET NAMAZI İLE SORMUYORSUNUZ Kİ; RABBİM SENİN DOSTUN OLMAK İÇİN BANA KAPIMI GÖSTERE DİYE YALVARIN. NE KAYBEDERSİNİZ Kİ?
Hacet namazının kılınışı:
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.

Namazda aşağıdaki âyetler okunur:

1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî

2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü

3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.