Doğru oturup dosdoğru yazalım. Katliamla sindirme, bastırma, susturma cumhuriyetin kuruluşundan hatta önceli olan Osmanlı Devletinin genlerinden cumhuriyeti kuran yönetsel ergin genlerine işlemiş bir gelenek! 92 yıllık geçmişine onlarca katliam sığdırdığı içindir ki sistemin sözcüleri her katliamdan sonra afra tafra yaparak ve en nihayet hiçbir şey olmamış gibi değerlendirmeler yaparak, “istifa kurumunu yozlaştırmayalım” yollu açıklamaları halkımızın gözünün içene bakarak söylemede pek mahirleşmişlerdir.

       Osmanlı’yı bir yana koyarak cumhuriyet dönemi üzerinden belirtmeliyim ki, cumhuriyet kuracak irade daha cumhuriyeti kurmadan, Büyük Millet Meclisi dönemindeyken, elini ilerici devrimci kadroların kanıyla yıkamaktan geri durmayacağını TKP üst düzey yöneticilerini (Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katli vakası) Karadeniz’in azgın sularına benlerini parçalayarak attığında gözler önüne sermişti.

       Dedim ya genlerinde var. Kürtler Cumhuriyetin kurulması aşamasında Kurtuluş mücadelesine tam destek vermiş, bu mücadeleye en etkin biçimde katılmış, kurtuluş mücadelesinin başlangıç dönemindeki girişim ve örgütlenmelere ev sahipliği yapmış, zaferin hemen ardından yani 1924 yılından başlayarak onlarca kez toplu kıyımdan geçirilerek zaptı rap altında tutulmaya çalışılmıştır.

       Aynı dönemin emekçi toplumsal muhalefeti güçlü ve yaygın olmamakla birlikte çok iyi biliyoruz ki, kurtuluş savaşını izleyen yıllarda büyük kentlerin işçileri en basit haklar uğruna mücadeleye yöneldiklerinde, yeni rejimin polis şiddetine ve baskısına hedef oldular. Baskı ve zorbalıkla en basit demokratik haklardan bile yoksun bırakıldılar. Bunları elde etmeye ya da fiilen kullanmaya yönelik tüm girişimleri baskı ve terörle karşılandı.

       Bunları, bu devletin daha baştan, toplumun ezilen ve sömürülen katmanlarına, onların örgütlü ilerici ya da devrimci temsilcilerine karşı aşırı baskıcı ve katliamcı bir geleneğe sahip olduğunu vurgulamak için hatırlatıyorum. Bu gelenek, toplumsal muhalefetin şiddetlenmesi ölçüsünde, toplumsal muhalefetin şiddeti ve gücüyle orantılı bir biçimde, kendini en aşırı bir biçimde ortaya koymuştur.     

       24-38 arası isyan bahanesiyle yaşanan onlarca katliamın peşi sıra 38-44 arası cadı avını andıran solcu avına dönüşmüş işçi sınıfını savuna yazarçizer sendikacı kim varsa ya zindana tıkılmış ya da Sabahattin Ali gibi MAH elemanlarınca sırtlarından vurularak katledilmişlerdir.   

45-60 yılları solcu aydın ve mücadele insanlarına yönelik yaygın tevkif atlar gözaltına almalar Sansaryan Handa işkenceyle ölümler olarak geçilmiş kurucu egemen ideolojinin sözcüleri hep aynı nakaratı söyleyerek halkımızın gözünün içine bakarak yalan beyanlarını sürdürmüşlerdir.

     Ardından 65’li yıların mücadele dinamiklerinin yaşadığı baskı zulümler gelmiş. Peşi sıra 70 yıllar.. Muhtıra günleri ..Ziverbey işkence haneleri 68 kuşağının devrimci önderlerin dağda, taşta, zindanlarda olmadı darağaçlarında sallandırılarak katledilmesi takip etmiştir.    “70”li yılların ikinci yarısı, yani önlenemeyen yeni devrimci yükseliş dönemi  ve bu dönemde, devletin açık-gizli, resmi-gayri resmi tüm baskı ve terör aygıtları binlerce devrimcinin, emekçinin ve aydının hayatına mal olan sayısız saldırı, cinayet ve katliam gerçekleştirmesi. Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da yüzlerce ilerici emekçi bizzat devletin karanlık odaklarının özel planlı saldırılarıyla katledildi. Sistemin o denem ki sözcüleri yine hep “cek cak” larla yapanları cesaretlendirici tutum takındı ve adeta katliamda kırılanları suçlayıcı tavır takındı.

      12 Eylül 80 le birlikte kap kara bir zulümle geçen 5 yıl. Diyarbakır zindanlarından Ulucanlara Metrislere 17 sindeki gençleri idam etmeler, gözaltında kayıplar, yargısız infazlar bombalamalar 32 tekmili birden ne ararsan var dönemi olarak geçen kap kara bir katliam dönemi. Unutmadan her askeri darbe bu tahkimatta yeni bir safhayı işaretledi .Askeri darbeyle toplumsal muhalefetin bastırıldığını, devrimci akımların kan ve terörle ezildiğini, yüz binlerce devrimci ve ilericinin işkenceden geçirildiğini ve on binlercesinin zindanlara kapatıldığını biliyoruz. Toplumsal muhalefetin bu ezilmesi süreci, devletin bir şiddet ve zor aygıtı olarak daha da yetkinleştirilmesi süreci olarak işledi. Devletin bu dönemki kendini yeniden yapılandırma ve tahkim etme çabası geçmişle kıyaslanamayacak kapsamdaydı. Devlet kendini sadece açık-gizli baskı, terör ve işkence aygıtları yönünden tahkim etmekle kalmadı; YÖK aracılığıyla üniversiteleri, tekeller aracılığıyla basını, tarikatlar aracılığıyla toplumun geri kesimlerini, bu arada camileri, yargıyı, sendikaları ve bütün öteki kurumları bu şiddet aygıtına paralel olarak işlev görecek şekilde yeniden düzenledi, açık ya da örtülü biçimler içinde kendine sımsıkı perçinledi.

      Bugün Ankara katliamın arkasından bakıyoruz; bütün bir tekelci sermaye medyası aynı dili kullanıyor, aynı yalanları söylüyor, aynı temaları işliyor, aynı görüntüleri veriyor ve aynı rezil dili kullanıyor. Barış, demokrasi diyenler suçlu ilan edilmeye, hak ve özgürlükler için mücadele edenler ise “bölücülükle” suçlanarak sindirilmeye çalışılmakta. Geçmişte yaşanan katliamları unutmayıp unutturmadık! Bu gün yaşanan katliamı da utmayacağız UNUTTURMAYACAĞIZ!