Bilindiği gibi bölücü terör örgütü katliam yaparak, mayın döşeyerek, pusu kurarak, karakol basarak, ekonomik hedeflere saldırarak insanlık dışı yöntemler kullanarak Türkiye Cumhuriyeti devletine diz çöktürmeye çalışmaktadır. Bölücü terör örgütünün medyadaki savunucuları ise otuz yıldır terörün silahla ve kanla bastırılmaya çalışıldığını ama bunun mümkün olmadığının görüldüğünü yazarak  “Devlet ile Öcalan”ın görüşmeler suretiyle sorunu çözmeleri gerektiğini söylüyorlar. Medyadaki terör örgütü yandaşları bu görüşlerini de “Devlet ile bölücü örgütün” birbirleriyle otuz yıldır yaptıkları savaşta yenişememiş olmalarına bağlamaktadır. Bu tez yanlıştır. Terör örgütü her zaman TSK tarafından yenilgiye uğratılmıştır.

Gücünü kanlı örgütün terör eylemlerinden alan siyasi bölücüler de “irademiz Öcalan”  diyerek Öcalan’sız çözümün olamayacağını söylüyorlar. AKP iktidarı, bölücülerin bu taktik yaklaşımlarını dikkate alarak Öcalan ile uzun zaman görüşmeler yürüttüğü biliniyor. Bu görüşmeler yapılırken de bölücü örgüt katliamlarına ve pusularına fırsat bulduğu an devam etmiştir. Toplumda şehit cenazelerine gösterilen tepki üzerine siyasi ve medyadaki bölücüler bu saldırıları PKK’nın içindeki “derin PKK”nın yaptığını iddia etmişlerdir. Onlar söz dinlemeyen bölücü grupları (örneğin TAK’ı vb..) cinayetlerden sorumlu tutmuşlar, fakat PKK’nın Kandil’deki yöneticileri bu terör saldırılarını üstlendiklerini açıklamışlardır.

İşin ilginç yanı Öcalan, devletle yaptığı görüşmelerde belirli bir aşamaya gelindiğini, hatta bir “Barış Konseyi” kurulması teklifinde bile bulunduğunu söylediği sıralarda PKK, kanlı eylemlere girişmiş olmasıdır. Olayların gidişatı, PKK mı Kandil’i, Kandil mi PKK’yı kullanıyor tartışmalarını bölücülerin gündemine taşımıştır. Hatta Öcalan’ın “Hükümetle anlaştık” açıklamasından bir gün sonra Silvan saldırılarının yapılması üzerine, terör örgütünün medyadaki savunucuları “PKK bunu neden yaptı” sorusuna cevap aramaya koyulmuşlardır.

Bölücü, ayrılıkçı, yıkıcı terör örgütünün medyadaki ve siyasetteki yandaşları PKK’ya karşı -güya- barışı(!) sağlamada Öcalan’ı öncelemek gerektiğine vurgu yapmışlar. Öcalan’ın, “Kürtler içindeki değişimi ve çözüm isteğini daha doğru okuduğu” tezi bu gerekçeyle devreye sokulmak istenmiştir. Öcalan’ı on binlerce cinayeti işleyen terör örgütünü kuran ve yöneten kişi değil de “barış”, “demokrasi” ve insanlığa hayatını adamış kişi olarak takdim etmişlerdir.

PKK’yı “Ilımlı PKK”, “Derin PKK”  şeklinde ayrıştırmak da böyle bir mantığın ürünüdür. Kandil ile Öcalan’ın farkından bahsetmek tam anlamıyla saptırmadır. Kandil, BDP, DTK ve İmralı arasında devlete karşı eylemlerde bir iş bölümü vardır ama amaçta bir görüş ayrılığı yoktur. Türkiye’ye karşı bölücüler her zaman bir ve bütün olmuşlardır.

Kanlı örgütün Kandil’deki başı, taktik gereği bazen Öcalan ile sözde “devlet arasındaki” görüşmeleri önemsediğini söylüyor bazen de bu görüşmelerin kendilerini bağlamadığını ilan ediyor. Aslında PKK ürettiği terör ve işlediği cinayetlerle, devlete karşı Öcalan’ın sözüm ona pazarlıkta elini güçlendirme hesabı yapmıştır.

DTK adına konuşan Ayla Akat Ata, barışın yolunun “Öcalan’ın koşullarının uygun hale getirilerek samimi bir diyalog ve müzakereden geçtiğini bir kez daha vurgulamakta yarar görüyoruz” diyor. Ardından da “Kaç Kürt çocuğu, kaç Kürt genci katledildi” diye soruyor.
Halkı “Kürt Halkı” ve “Türk halkı” diye bölen, ölen Mehmetçiklerden söz etmeyen ve sürekli etnik ırkçı ve faşist söylemleri dile getiren DTK, bir de dönüp barıştan ve demokrasiden söz ediyor.

Bu, barışı, Türkiye’yi parçalamak üzere kurulmuş olan silahlı terör örgütünün İmralı’daki başıyla diyaloga bağlamak, katliamları meşru görmek ve göstermek anlamına gelmektedir. Sorun diyalog, görüşme ya da müzakere eksikliği değil, bölücülüğün ürettiği tehdidin ortadan kaldırılmasıyla ilgilidir. Oyuna gelinmemelidir!