6-7 Ekim olayları bahane edilerek çok önceden hazırlanan “yeni güvenlik konsepti” hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın “Yani öyle bir organizasyon olmalı ki, bu tür olaylar anında bastırılabilmeli. Teknik olarak ve istihbarat açısından hiçbir eksiğimiz kalmamalı ve aralarındaki uyumu sağlayacak yeni bir mekanizmayı gündeme getirebilmeliyiz” şeklindeki ifadesinden de anlaşıldığı üzere gerçek muratlarının hak ve özgürlükleri için mücadele eden kesimlerin yaşamlarını zindana çevirmek olduğu anlaşılıyor.

 
       Hükümet adına açıklama yapan Arınç’ın o konuşması, egemenler ve hükümetinin uzun süredir hazırlığını yaptığı ve aslında parça parça da yasalaştırıp uygulamaya soktuğu bir güvenlik konseptini şimdi bütünsel bir yasal çerçeveye kavuşturduğunu gözlemliyoruz. Öyle ya MİT Yasası’ndan, polisin yetkilerini genişleten düzenlemelere; yargı ve polis örgütündeki kapsamlı ayıklama ve kadrolaşma operasyonlarından, tüm kolluk güçlerini yürütme erkinin denetimine sokan düzenlemelere kadar kapsamlı bir altyapı hazırlığını çok önceden tamamlamışlardı.

      AK Partisi 12 yıl önce tam bu sıralarda hükümet olmuştu. O zamanlar liberaller ve kendilerine sosyalist diyen bazı ahmaklar yapılan kimi “demokratik açılımlarından” yola çıkarak “burjuva demokratik devrimi gerçekleştirecek” bir dinamik payesi biçiyorlardı kendisine. Nitekim o günlerde kimi demokratik düzenlemeler de yapılmıyor değildi.
 
     Mesela şu anda eskinin de gerisine çekilmeye çalışılan gözaltı usulleri, suç tanımları, polise verilen devasa yetkiler ya da DGM’lerin kaldırılarak yerine Özel Güvenlik Mahkemeleri’nin getirilmesi (ki bunlar da Şubat’taki paketle kaldırılmıştı, şimdiki düzenlemeyle yeni özel mahkemeler kuruluyor!); AK Partisi’nin ilk yıllarında yaptığı ve belirli kesimlerin başını döndüren kısmi demokratik düzenlemeleri oluşturuyordu.
 
      Hatta bu ülkenin en ağır ve çetrefilli demokratik sorunlarından biri olan Kürt sorununda bile, sözünü etiğimiz çevrelere burjuva demokratik anlamda çözüme gidildiği tespitleri yaptırtacak düzeyde adımlar atılıyordu. Ah bir de “vesayet sistemi biraz daha geriletilse bakın siz AKP daha neler yapacak” değerlendirmeleri zamanın en popüler değerlendirmeleriydi. Keza dış politikadaki yumuşak söylem ve buna uygun adımlar da öyle…

       Güçlü bir demokratik hareket üzerinden gerçekleştirilmeyen ve bu hareketin basıncını ensesinde hissetmeyen tüm o “demokratik açılımların” ömrünün kelebek ömrü kadar kısa olduğu hepimizin malumudur. Keza ne AK Parti devrimci dinamiklere sahipti, ne de emperyalist güçler özsel bir değişim yaşayarak “barış içinde bir uyumla” hareket ediyorlardı. Tersine aralarındaki rekabet ve hegemonya savaşı kızışıyordu ve Türkiye de bu kızışmanın stratejik anlamlar kazandığı bir bölgeden azade, kendinde bir yerde değildi. Sonuçta olan oldu, kızışan çelişkiler hem içte hem de dışta dikiş tutmaz bir nitelik kazanarak patladı ve toplumsal patlamalarla da birleşerek kaotik bir nitelik kazandı.
 
        Bu patlama, egemenlerin ve devletinin (tıpkı Ortadoğu ve aslında dünyada olduğu gibi) kolay kolay kontrol edebileceği cinsten değil. Keza zengin egemenler, biriken kriz dinamiklerini yönetebilecek bir hareket alanına sahip değil. Kendi yapısal kriziyle de iç içe geçerek giriftleşen kapsamlı bir politik-ekonomik-kültürel ve aslında toplumsal krizle karşı karşıyadır. Türkiye’nin esasında 2000′lerin başından itibaren içine yuvarlandığı yönetememe krizi, bu temel üzerinde yükseliyor ve bu yüzden “çözülmüş” gibi görünen her kısa dönemin ardından yeni boyutlar kazanıp ağırlaşmış olarak kendini tekrar tekrar kusuyor…
 
        Fakat bu hali bile deyim yerindeyse buzdağının görünen kısmıdır! Altındaysa son derece ciddi çatışmalar, bölge haritalarını bile değiştirecek kanlı savaş ve kapışmalar, on yıllardır iliklerine kadar sömürülen işçi ve emekçilerin önümüzdeki kriz yıllarında bir ateş topu gibi patlamaya hazır hale gelen birikmiş öfkesi var.
 
       Her geçen gün çözülerek mülksüzleşen köylülerin, doğa ve yaşam alanlarının bile sermaye birikimi için vahşice talana açılmasının biriktirdiği toplumsal tepkiler var. Kürt halkının son Kobanê olaylarında açığa çıkan mayalanmış “edi bese!”(artık yeter) çığlığı var. Kürt fobisiyle girişilen ve daha da karmaşıklaştırılarak sürdürülecek olan kirli işlerin yaratacağı olası sonuçların öngörülmesi var. Yayılmacı hayallerle bu fobinin iç içe geçtiği saldırganlığın ülkemiz Kürdistanı’nda yaratacağı patlamaları ezme niyeti var!
 
      Karşımızda hem işçi sınıfı ve emekçilerin 2015 yılında beklenen krizle birlikte biriktirdiği öfkeyi güçlü patlamalarla dile getirmesine hem bölgesel düzeyde çevrilen kirli oyunların ve hesapların yaratacağı olası toplumsal sonuçlar ile 2015 genel seçimlerinin zaptı rap altına alınarak en az demokrasi ile bir seçim dönemini daha atlatılmasından öte demokrasinin tümden rafa kaldırılması isteği var.