Türkiye’de son bir ay içinde kimi sokak ortasında kimisi markette şehit edilen Mehmetçiklere, kaçırılıp dağa kaldırılan yurttaşlara, “demokratik özerklik” ilan eden gruplara,  “özgür Kürdistan’ı kuracağız” diye yapılan yeminlere, haraç vermiyor diye basılan benzin istasyonlarına ve düzine düzine şehit cenazelerine şahit olduk.
Durum vahim ötesidir. PKK’nın, bölgede siyasi ikna kampları kurduğu haberleri yetkililerce doğrulanmış durumdadır. Hakkâri’ye yarım saat mesafede olan terör kamplarına götürülen yurttaşların teröristler tarafından yargılandığı söyleniyor. PKK kampına götürülerek dayak atılan aşiret reislerinden söz ediliyor. Gece bir mahalleden diğerine gidenler, kendilerine teröristlerin  “parola” sorduğunu söylüyor. Devlet açısından işin daha da vahimi KCK davasının savcısının, davanın Diyarbakır’dan başka bir yere alınmasını talep etmesidir. Bu durum Diyarbakır’da muhakemenin görülemez hale geldiğinin kanıtıdır. İşte tam da burada istihbarat değil  “Devlet nerede?”  sorusunu sormak gerekiyor.
Durumun özeti şudur: Bölgede devlet, terörü marjinalleştirecek yerde terör devleti marjinalleştirmiştir. Hakkâri, Şırnak ve Diyarbakır gibi yerlerde devlet,  karakol, garnizon ve vilayet binalarından ibaret hale gelmiştir.
%50’lik halk desteğiyle iş başına gelmiş olan iktidar, durumun vahametini daha yeni kavramaya başladığını gösteriyor. Terörle mücadeleyi  “askeri vesayeti kurumsallaştırıyor”  diye askıya alan iktidar konuya  “demokratik açılım”, “imha ve inkâr”  sorunu olarak yaklaşmıştı. Öyle görülüyor ki AKP iktidarı, PKK yönünden sorunun demokrasi sorunu değil devlet sorunu olduğunu da henüz anlamış değil. 
PKK pusu kuruyor, Mehmetçik’i şehit ediyor, karakola saldırıyor, araç kundaklıyor ve mayın döşüyor. İktidar yandaşı çevreler ise her saldırı sonrasında karakolların yapısını, saldırı sırasında gösterilen ihmalleri, istihbarat yoksunluğunu ve askeri zafiyetleri tartışmaya açıyor. 
Belirli odakların sürekli olarak askerin tutumunu, komuta hatalarını, istihbarat zafiyetlerini çarşaf çarşaf tartışmaya açarak dikkatleri PKK üzerinden TSK üzerine çekiyor. PKK’nın üstlendiği saldırıları bile milletin gözünün içine baka baka PKK’nın değil,  “derin PKK” nın yahut  “Ergenekoncu”  grupların gerçekleştirdiğini söyleyenler çıkıyor.
Hatırlatalım hükümetin, Çukurca saldırısının ardından Genelkurmay’ın açtığı soruşturmayı görmezlikten gelerek bir soruşturmayı da kendisi açması ilginçtir. Türkiye’de her kurum yalnızca kendi soruşturmasına güvenir hale gelmiştir.
Bu durum kurumların birbirine olan güveninin sıfıra yakın bir yerde olduğunu gösterir. Sonuçta on yıldır iş başında olan iktidar, teröre karşı yeni yöntemlerden bahsediyor. Millet tam da bu aşamada bir şeyler yapılacak beklentisi içine giriyor, olayın sıcaklığı ortadan kalktıktan sonra durum unutulmaya terk ediliyor.
Sivil, siyasi ve silahlı bölücü gruplar bölgedeki alan hâkimiyetini devletin elinden almak için inanılmaz bir özgürlük alanı içinde icraatlarına devam ediyor.
Terörle mücadelede proaktiflik esastır. Kandil’i vurmak için PKK’nın eylemlerini beklemenin adı stratejik körlüktür. Terörizme karşı kurumlar arasında tam bir koordinasyon ve güven olması gerekir. Terör sorununu asker-polis temelinde tartışmak tam bir gaflet örneğidir. Devleti yönetenler ve kurumlar arasında zafiyetin olduğu yerde istihbarat zafiyetinden bahsetmek de abesle iştigaldir.