C.Allah’ın ilk yarattığı şey akıl, ruh ve nefistir. Bunlar bilinir ama görünmezler.
Bir şeyde hayat varsa ruhtur, hareket varsa nefis, düşünce varsa orada akıl vardır.
Öyleyse insan olmanın gayesi; söylenecek güzel sözler, yapılacak öğütler öğretici, eğitici,  birleştirici olmalıdır.
Yaratılışın gereği olarak, yıkıcı, gerçekdışı, yıpratıcı ifadeler kullanmaktan, Milli bütünlüğümüze, kardeşliğimize zarar verecek her türlü eylemden uzak durmak gerekir.
C.Allah (cc);” İnsanoğlu başıboş bırakılacağını mı zannediyor.”[i] Uyarısında bulunmuştur.
Bu nedenle bizlerin Yaratanımıza, kendimize, ailemize, vatanımıza, milletimize ve halk olarak birbirimize birtakım görevlerimizin olduğunu idrakinde olmalıyız.
Aklı başında olan her insan, düşünüp kâinata baktığında görür ki, canlı, cansız her bir şeyin yaratılış gayesi ve bir hikmeti vardır.
En mükemmel bir şekilde yaratılan İnsanın ilk görevi Yüce Allah’ı tanımak, ona kulluk ve ibadet etmektir.
İnsan olarak bizim kendimize karşı görevlerimiz arasında, nefsimize ait aşırı isteklere engel olmak, terbiye etmek, vücudumuzu ve bedenimizi zararlı şeylerden korumaktır.
Allah Resulü (sav);( Kıyamet gününde âdemoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz:
Ömrünü nerede ve ne surette geçirdiğini,
Yaptığı işleri ne maksatla yaptığını,
Malını nereden kazanıp nereye harcadığını,
Bedenini ve sağlığını nerede ve ne surette yıprattığının” cevabını verecektir.[ii]
İnsanın ailesine karşı görevlerine gelince:Önce ana-babalar çocuklarını, vatanına, milletine, devletine yararlı hizmetler yapacak terbiyeli, dürüst evlatlar yetiştirmelidir.
Peygamber Efendimiz (sav); “Çocuklarınıza ikramda bulunun. Terbiye ve eğitimlerini güzel yapın” Buyurmaktadır.
Evladın ana-babasına karşı görevleri konusunda Ayet-i kerimede;”Rabbin yalınız kendisine tapmanızı, ana-babaya iyilik etmenizi emretmektedir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı (öf) bile demeyiniz. Onları azarlamayınız ve tatlı sözle muamele ediniz” diye ifade edilmektedir.
Akraba ve komşu hakları konusunda, Peygamber (sav); “Komşuları kendisinin şerrinden emin olmayan adam mümin değildir.Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç, zekat (huzura) gelir fakat şuna küfür ve iftira etmiş, malını yemiş, vurmuş, kanını dökmüş. Bunlardan dolayı onun yaptığı hayırlarından, adı geçen kişilerin her birine verilir. Kişinin üzerinde olan kul hakları ödenmeden hayırları biterse, hak sahiplerin günahları o kimseye yüklenir, sonra o kimse Cehenneme atılır”[iii]Buyrulmaktadır.
Bütün insanlar; Müslüman olsun yâda olmasın her birinin birbirlerine karşı insani olarak görevleri vardır.
Ayet-i kerimede; “Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı, emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.” diye uyarıda bulunuyor.
Başkalarının hayatına, hürriyetine, kullanma hakkına, onuruna saygı duyan bir insan; buna karşılık yaşama hakkına hürriyet hakkına, tasarruf hakkına,  şeref ve onurunun korunması hakkına sahip olur.
İslam dünyasının perişan bir duruma gelmesinin sebepleri incelendiğinde; adaletsizlik, hırsızlık, yol kesme, zina, iftira, rüşvet, irtikâp, haset, kibir, kin, hırs, yetim malı yemek, akraba ile ilgiyi kesme, vatana ihanet gibi çirkinliklerin günlük hayatımızın birer parçasıdır.
İslam âlemi bugün neden bu hale gelmiştir? Al-i İmran suresi 103. ayetindeki: "Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın” emrineuyulmadığı için bu gün Müslümanlar perişan durumdadır.
 Başa gelen bunca belaları, birliğin, beraberliğin, dirlik ve düzenin bozulması, parçalanıp bölünmelerin sebebini İslam’da değil,  kendimizde aramamız gerekir.