Sarayın gündelik hayatından, kendisine dalkavukluk eden bir sürü hizmetçisinin arasından kaçıp atına atlayarak saatlerce Manisa’nın yeşil arazilerinde, dağların arasında sanki koca bir orduyu peşinden sürüklüyormuşcasına at sürerdi şehzade. Rahatsız edilmeyi sevmez, saray erkanına dokuz doğurttuktan sonra yine birden ortaya çıkıverirdi.
      Yine böylesine başına buyruk atıyla dört nala giderken kendisine haddi olmadığı halde ismiyle seslenen ve sonra da bir kez daha atıyla şehzadenin önüne geçip sağ elindeki değnekle  atın üstünden itip düşüren Molla’ya, öfkeden kıpkırmızı suratıyla
     -Beni öldürebilirdin diye bağırdı. Molla:
     -Ama sen zaten ölüme gidiyordun... Yamacın öbür tarafı keskin bir uçurum.
    -Sen nereden biliyorsun!?
    -Kuşların aşağı doğru süzüldüklerini gördüm.
     Kendisine ismiyle seslenen bu adam bide kendisinin hayatını kurtardığını zannediyordu herhalde. Nitekim sordu.
    -Sen benim hayatımı kurtardığını mı söylüyorsun?
     Cevap ise onun, hiç de ummadığı çetin bir cevizle karşı karşıya olduğunu haykırıyordu.
    -Kimse kimsenin hayatını kurtaramaz, ben senin kaderinde vardım...
.............
     Şehzade, rengarenk çiçeklerle bezeli bahçenin ortasında gömleği dirseklerine kadar sıyrılmış bir halde, yeşil dikenleri hızla çekip attı. Orada burada biten bu kötü otların zamanında temizlenmezse bahçeyi bir diken tarlasına dönüştüreceğini çok iyi biliyordu. Sarayın arka kısmındaki geniş arazideki bu bahçeye başlayalı neredeyse bir yıl olmuştu. Molla’nın ilk işi ona tohum ektirmek ve toprakla meşgul olmasını sağlamak olmuştu. Hiç kimse yardım etmeyecek, taşla, toprakla, çamurla, suyla bahçenin bakımından kendi sorumlu olacaktı.
     Şırıl şırıl akan merkezdeki bir çeşmenin dört kolu, çiçeklerin ve ağaçların arasına doğru yayılıyor, böylelikle suyun dinlendirici sesi kadar kendisinden de bitkilerin büyümesinde istifade ediliyordu. “İsraf etmeyeceksin,” derdi lalası her zaman. Çeşmenin dizaynını da bu altın kuralı gözünde bulundurarak yapmıştı.
       “Bir bahçenin bakımını yapabilen ,” dedi Molla elleri arkasında kavuşmuş halde, “bir ülkeyi de pekala idare edebilir. Çiçekler vardır, her gün sulanmak ister. Otlar vardır yolunmadı mı çiçekleri yok eder. Ve ağaçlar vardır, gölgeleri serinlik yapar, sınır belli eder. İşte böyle, bir sultan da suladığı çiçekler gibi, tebaasının haklarını her gün gözetmeli, pis otları yolduğu gibi haksızları cezalandırmalı, güçlü ağaçlar gibi ülkesinin sınırlarına güvenilir komutanlar yetiştirmelidir ki, onların korumasında halk rahat etsin, çeşit çeşit çiçekler yeşersin.?
..........
    Evet atından düşen şehzade, Mehmet, düşüren molla ise, Gürani. . .
   Bahçeyi tek başına yeşerten şehzade  Mehmet, bahçe benzetmesini yapan ise hocası Molla Gürani. . .
   Yukarıdaki alıntılar Beyazıt Akman’ın yazdığı “Dünyanın İlk Günü” adlı romandan sizler için seçtiklerim.
  Amerika da yaşayan ve genç bir akademisyen olan yazarın, üniversite kütüphanelerinden derlediği, yerli yabancı yüzü aşkın eseri inceleyerek beş yıllık bir araştırmanın sonucunda yazılmış ciddi bir eser.
  Velhasılı tarihi belgelerde diyor ki. . .
  Değerlerine inanan ve Yaradan’In varlığını hissederek çalışanların sonu. . .
 İmparatorluklar kurmak olmuş. . .