Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 5 Ocak’ta ifade için geldiği özel yetkili mahkeme tarafından tutuklandı. Böylece ülkemiz tarihinde bir “ilk” gerçekleşti. Bilindiği gibi Başbuğ’un ismi daha önce internet andıcı davalarından tutuklanan eski Genelkurmay İkinci Başkanı Hasan Iğsız ve Korgeneral Mehmet Eröz tarafından dile getirilmişti. Başbuğ hakkında 2 Ocak 2012’de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştı.

 
      Yargılamanın jet hızıyla yapılması ve Başbuğ’un tutuklanması, iyice gündem dışına kaymış ve “yorulmuş” Ergenekon ve Balyoz davaları için yeni bir dinamizm yaratacaktır, en azından istenenin bu olduğu açıktır.
 
      Ergenekon davalarının kamuoyu gündeminden uzaklaşması bir yana Ahmet Şık, Nedim Şener gibi gazetecilerin tutuklanması davanın toplum vicdanında sorgulanmasına, AK Partisinin aslında “demokratikleşme” gibi bir derdinin olmadığına kanaat getirilmesine sebep olmuştu. Geçtiğimiz yıl boyunca ardı arkası kesilmeyen KCK operasyonları, gazetecilerin tutuklanması, muhalefetin sindirilmesi, medyanın sansürlenmesi vb. AK Partisinin ülkeyi otoriter bir iklime sürüklediği endişesinin yaygınlaşmasına neden oldu.
 
       AK Parti ise egemenliğini tam tersine kendisinin ülkeyi demokratikleştirdiği iddiası üzerine tesis etmişti. Ama AK Partisinin giderek baskıyla özdeşleşmeye başlaması bu demokratikleşme söyleminin kırılmasına yol açıyordu.  İlker Başbuğ’un tutuklanması, savcılığın Kenan Evren’e müebbet hapis istemesiyle birlikte alındığında AK Partisinin meşruiyetinin yeniden tesisi için atak yaptığı biçiminde yorumlamak olasıdır.
 
      AK Parti bu atakla hem uzun süredir düşüş eğilimi gösteren moral üstünlüğünü yeniden toparlayıp ve elbette oy aldığı seçmen kitlesine ülkenin “gerçek” sahibinin kendilerinin olduğunu vaaz edecektir. Tekrar, tekrar statükoculara savaş açılacak, ülke ve demokrasi darbecilerden ve darbecilerin kullandığı her türlü “terörist’ten kurtarılacak, ileri demokrasi için önemli adımlar atılacak.” Bu süreçte de AK Partisinin hesaplaşmak istediği “Kemalistlerden Kürtlere, sosyalistlere” ve her türlü muhalefeti susturması için ortam hazırlanmış olacaktır.  
 
        Mutlak anlamda AK Partisinin kontrolüne girmiş olan yaygın medyada ise tutuklanma haberiyle gelen zafer sarhoşluğu sürüyor: Bunu sorgulatabilecek pek çok sebep mevcutken, medyanın önemli bir bölümü Başbuğ’un tutuklanmasını demokrasinin bir zaferi olarak göstermekten hiçbir imtina göstermiyor. Elbette yaygın medyada artık bütün önemli köşe başlarının AK Parti’ye yakın isimler tarafından tutulduğu düşünülürse bu durum şaşırtıcı değil.
 
        Ama yaygın medya içerisinden çıkan bazı sesler meselenin toza buluta karıştığı bir süreçte önemli sinyaller içeriyor. Eski muhafazakâr, yeni liberal Ahmet Hakan 7 Ocak’taki yazısında İlker Başbuğ’un tutuklanmasından “Burası genelkurmay başkanlarının da yargı önünde hesap verebildiği süper demokratik bir ülkedir sonucunu çıkaramadım.”, “Biz icabında genelkurmay başkanlarını da tutuklarız, ayağınızı denk alın” sonucunu çıkardım.”
 
        Sözleriyle vermek istediği mesaj çok zamandır yaşananlara ışık tutuyor. Geçmişte Ergenekon bahanesiyle AK Partisinin Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi “cemaate” karşı kitap yazan, Hrant Dink cinayetinde polisin rolünü sorgulayan isimleri almaktan çekinmediğine ve çekinmeyeceğini artık herkes biliyor. AK Partisinin Ergenekon ve Şike Davası gibi “dokunulmayanlara dokunduğunu” iddia ettiği her operasyonel süreci toplumun muhalif kesimlerine yönelik politikalarına bir meşruiyet kaynağı olarak kullanacağını da ilgili kamuoyu artık biliyor.
 
       İlker Başbuğ’un tutuklanması önümüzdeki dönem emekçilere, ezilenlere onların sözcülerine, muhalif gazeteci ve aydınlara karşı artarak sürecek olası bir saldırı da önemli bir perde olacağı ve bunun için meşruiyet yaratmaktan daha öte bir anlamının olmayacağı açıktır.
 
     27 Nisan E-Muhtırasıyla bunu layıkıyla yerine getirmiş bulunan, Başbakanla yaptığı Dolmabahçe Mutabakatı sonrası 1 trilyonluk zırhlı araçla ödüllendirilen Yaşar Büyükanıt neden dışarıdadır? Daha yakın bir örneğe gidecek olursak siz hiç Uludere’deki gibi sivilleri öldürüldüğü için ceza alan bir devlet görevlisiyle karşılaştınız mı? Soruları çoğaltmak mümkün, cevaplarıysa bana demokrasinin ilerlediğine dair en ufak bir ışık vermemektedir.
    
        İlker Başbuğ, Yaşar Büyükanıt, Kenan Evren gibi NATO karargâhlarında yetişmiş “paşa”lardan AK Partinin iyi niyetle hesap soramayacağı açıktır. İşçi ve emekçilerin birleşik örgütlü mücadelesinin söz konusu olmadığı bir ortamda,  bu operasyonların AK Partinin siyasi hesaplarına ve devletteki ve toplumdaki dönüşüm planlarına hizmet etmek için bulunmaz nimet olduğu açığa çıkalı epey zaman oldu. Bu yüzden sınıf sendikal kadrolar egemenler arasında artık nihai sona ulaşmak üzere olan bir oyunda yaşananlara sevinmekten ziyade, önündeki zorlu süreçte yaşanabilecek saldırılara odaklanmalıdırlar. Çünkü ülkemizin siyaset arenasında rakipsiz kalan ve pervasız politikalarına hiçbir çekince görmeyen AK Partinin toplumun diğer muhalif kesimleri üzerindeki baskıyı artırmaktan çekinmeyeceği açıktır.