Gelinen aşamada tek parti devletine karşı en ufak eleştirisel yaklaşım bile misliyle karşılığını buluyor. Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıkları bir haberden dolayı zorlama gerekçelerle tutuklanması bunun son örneğidir. Ve fakat tutuklanan gazeteciler üzerinden toplumun yazan, çizen, düşünen, memleket meselelerine kafa yoran kesimlerine yönelik verilmek istenen mesajın ne olduğu üzerine net yorumlar duyulmuyor.

 

       İlk mesaj, tüm muhalif kesimlerin yazanına, düşünenine, eylemcisine verilen gözdağıdır hiç kuşkusuz:  “Her kim, saray ve yakın çevresinin canını sıkan bir işe kalkışırsa başına gelecekleri de göze almış olmalıdır...”.  Verilen mesajın özü budur. 

 

       Bu bedel, tutuklanma da olabilir, sürgünde olabilir, işverenlere baskı yaparak işsiz bırakmak da  olabilir, sokak serserilerinden oluşan kalabalıklara hedef göstererek linç etmekte olabilir veya malına-mülküne kayyum atamak şeklinde de görülebilir. Bu bile tümüyle parti devleti şeflerinin o günkü haleti ruhiye sinin nasıl olduğuyla doğru orantılıdır.

 

       Yaptırım halinin tayininde bile tek adamın tercihlerinin belirleyici olması, kendi içinde bile önemli alt mesajlar taşır: Rejim tipi olarak bu ülkede artık “benim taleplerimle şekillenen” bir yönetim söz konusudur. Ordusuyla, polisiyle, yargısıyla, bürokrasisiyle bilindik devlet mekanizması tamamen benim partimim emir ve kumandası altına girmiştir.”mealinde özetleyeceğim bu modelin adı açık faşizmdir. Zengin egemenlerin diğer ceberut yönetsel aygıtlarından farklı olarak bu yönetim tarzı en baskıcı ve keyfi yönetim tarzıdır.   

 

       Günümüz Türkiye’sinde cumhurbaşkanı ve etrafındaki bir avuç kendi partisinden oluşan zümrenin Suriye’de oluşturdukları somut durumu açık eden gazetecilerin tam da şu ara tutuklanmaları zamanlama bakımından da kayda değerbir mesaj içermektedir. Bu yönüyle de, ülkemiz siyasal iktidarının dış politikada olduğu gibi içerideki politikalarında nasıl pervasız bir saldırganlıkla hareket edeceğinin mesajı verilmek istenmektedir. Tüm ergleri elinde bulunduranın ve çevresinin bu mesajı aslında aylardan beri Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı il ve ilçe merkezlerinde estire geldikleri dizginsiz şiddet dalgasıyla veriyorlardı. 

 

       Ne var ki, ülkemin “duyarlı ilerici ve demokrat kamuoyu” hala -tıpkı “90’larda” yaptığı gibi bu açık mesajlar karşısında 3 maymunu oynamaya devam ediyor. Acil demokrasi talebi etrafında örülecek ve açık faşizme karşı birleşik bir mücadele hattının örülmesi ihtiyacı ekmek su gibi yaşamsal olduğu halde özellikle sosyal medya solcuları da dâhil olmak üzere liberal kesimler tribünlerden sanki maç izler konumunu muhafaza ediyor. Lakin sınıf mücadelesinin bizlerin unuttuğu temel bir yasasını “bunu onların yanına bırakmayacağım” söylemiyle gerçekleşen bu son hamleyle kafamıza bir kez daha vurarak hatırlattı: Faşizme karşı birleşik mücadelenin önemi, zorunluluğu ve aciliyeti... 

 

      Gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmaları şu gerçeğin de altını kalınca çizdi; Cumhuriyet yazarlarından Murat Sabuncu, İMC televizyonuna her bağlanışında, “Demokrasi güçleri nerede?.. Kendileri de iktidarın hedefinde olan gazetelerin yazar ve yöneticileri nerede?.. Sivil toplum kuruluşları nerede?..” diye sorup durdu. Meslektaşları için çırpınan bu gazetecinin eleştirel sorusu, Türkiye’deki “demokratik muhalefet”in  halini, kendine bile hayrı olmayan zavallılığını ve bunun tek tek bireylerde nasıl ek bir moral bozukluğu ve güçsüzlük duygusu yarattığını sergilemekteydi.

 

       Ülkemizdeki  antifaşist mücadele ve muhalefetin bugünkü temel sorunu ve zayıflığı da burada saklı aslında: Siyasal ve toplumsal dengelerin bu denli aleyhimize oluşunun ve sürekli hırpalanan bir konumdan çıkamayışımızın belirleyici nedeni, faşizmin elindeki güç ve olanakların fazlalığı ve onun pervasızlığından da önce bizlerin bir bütün olarak sergilediği bu etkisizlik, siniklik ve pejmürdeliktir. Dahası,  felaket kapımızı çalana kadar risk almaktan uzak duran siniklik ve korkaklığımızdır. 

 

      Yoksa Kürtler de aynı pervasız saldırganlıkla hem de misliyle fazlası ve kat kat azgınıyla karşı karşıyalar. Ancak ödedikleri bedellerin bütün ağırlığına karşın hala bedel ödemekten korkmayan bir cesaretle dövüştükleri ve direndikleri için faşizm onlara değil onlar faşizme kök söktürüyorlar. 

 

      Şu veriler her şeyi ayan beyan sergilemekte; sosyal medyada açılan dayanışma hashtagi bir saat içinde 98 bin kişi tarafından paylaşılmasına rağmen, adliyede ve cumhuriyet gazetesinin önünde 98 kişi bile toplanamadı.

 

      Ülkemiz muhalif güçlerinin hali pürmelâlinin en revaçta biçimi bu. Oturduğu yerden üfüren, ama iş pratiğe geldiği zaman elini değil serçe parmağını bile taşın altına sokmaya yanaşmayan ve fakat mücadele verenleri de küçümseyen hor gören söylemleri ulu orta rahatlıkla söyleyen bu “solculuğun”, “devrimciliğin”, “muhalifliğin” canı cehenneme.

 

      Gün gazetecilerin tutuklandığını anında sosyal medya üzerinden duyurma günü değil içeriden çıkarma günüdür.