Sultan II. Abdülhamit Han tahtından indirildikten sonra Selanik’e sürgün edildi ve orada üç sene kaldı, sonra İstanbul’a getirildi, Beylerbeyi Sarayı’nda gözaltında tutuldu.

Bu durum1912’den,  1918 yılına kadar sürdü.

 Abdülhamit, Birinci Cihan Harbi’nin başlangıcında, başkumandan vekili Enver Paşa’yı Beylerbeyi Sarayı’na davet edip ona;
“Enver, oğlum! Sana oğlum diyorum.  Çünkü sen bizim ailenin damadısın. İyi bir askersin. Ben otuz üç sene saltanat sürdüm. Padişahlığım süresince kişilerin hürriyetine, onuruna daima saygı duydum.  Gelenek ve göreneklerimiz konusunda duyarlı davrandım.

Milli varlığımıza zarar verecek basın yayın organlarına izin vermedim. Avrupalıların tekniğini takdir ettim ama Hıristiyanlığı da Müslümanlığa tercih etmedim.  

 Sultan olarak ülkemde ilk Meclis-i Mebus an’ı ben açtırdım. Fakat mebusların devlet geleneğine yeterince duyarlı olmadığını görünce, aynı meclisi kapatmak zorunda kaldım. Bilir misin ki Osmanlı Meclis’inin verdiği savaş kararı bize neye mal oldu?

Biz Rus harbi ile Rumeli’yi kaybettik. Bu kararı hiç beğenmedim ama buna engel olamadım. Mithat Paşa bu hususta çok ısrar etmişti. Harbin korkunç sonuçlarını çabuk gördük. Rus orduları Ayastafanos’a kadar geldiler ve asla kabul etmeyeceğimiz bir kararın altına, baskı altında imza ettirdiler. Bunu imzalarken Dış İşleri Bakanı Saffet Paşa’nın ağladığını duyduğum zaman son derece kederlendim.

Şimdi sizler de aynı hatayı yaptınız, harbe girmek için onay vermekte acele ettiniz. Dileriz bu devletimiz ve milletimiz için hayırlara vesile olur.

Sevgili damat! Allah korusun bu savaş felaketle biterse, o zaman elimizde ne kalır?

Hareket ordusuyla İstanbul’a geldiniz, şehri zapt ettiniz, saraya dayandınız, beni görevden aldınız, başarılı da oldunuz, güzel. Ben emrimdeki kuvvetlere kan dökmemelerini söyledim. İsteseydim bu size çok pahalıya mal olacaktı. Ancak bu sayede hiç kimsenin burnu kanamadı. Ama arkadaşlarınız beni paçavra gibi sokağa attılar.

 Beni en çok üzen şey, huzurumdan kovduğum, Yahudi Emanuel Karasu denen zatın,  beni saltanattan uzaklaştıran kararı tebliğ heyetinde olmasıydı. Bu Yahudi’yi ne diye karşıma çıkardınız?  Bu tezgâh’ın Selanik’te bulunan mason locasınca hazırlandığını bilmeliydiniz.

 Şimdi iktidardasınız; geleceğiniz parlak görünebilir. Fakat bütün bunlara güvenme oğlum, sana bir baba nasihati vereyim.

Dikkat et! Bugün insanı alkışlayanlar yarın onu paralamasını da bilirler. Allah yolunu açık etsin. Allah, millete, devlete zeval vermesin.”[1]

İşte bu öğüt sözün bittiği yerdi. Enver Paşa ayağa kalktı, Sultanı askerce selamladı ve hürmetle elini sıktı. Abdülhamit han, onu kapıya kadar uğurladı.

Devir değişmişti. Bundan bir müddet sonra Rus Çarlığı yıkılmıştı. Müslüman-Türk dünyasını bir bayrak altında toplamanın tam zamanıydı. Ama buna fırsat verilmedi.

Hayatın cilvesine bakın!  Dünyanın en büyük imparatorluğu göz göre göre can çekişiyordu. Abdülhamit Han’ın uyardığı konular gerçek olmuş, Enver paşa önce Rusya’ya gitmiş, sonra Moskoflarla savaşarak şehit düşmüştür.


[1] Yeni Dünya Dergisi