Memleketin ahvalini anlatanlara, anlattıkça ağlanacak hale düşenlere, düştükçe yükseldiğini sananlara ve mazisinden bihaber, milletinin kızıl elmasına hasım sözde söz sahiplerine baktıkça içim acıyor, yüreğim yanıyor.

 Saatler birbirini kovalayıp da el ayaktan çekilince, on yıl önce kaleme sarıldığım ve yer yer mürekkebini göz yaşıyla dağıttığım o hasbi satırların ruhunu şimdilerde bilgisayarın klavyelerine aktarmaya çalışıyorum.


Akif’in hem Çanakkale Destanı’nı hem İstiklal Marşını yazmayıp yazdırıldığı haller gibi bazen yüreğimin hıçkırıklarını duyuyor ve onun gibi kızgın çölleri gözyaşlarımla çamura çeviremesem de içim yanıyor ve dağa taşa yüreğimin feryadını haykırmak istiyorum.

“Kim”, diyorum; “kime emanet?” Ya da kimler hangi mukaddes değerlere, Allah’ın ordusu Türk Milletine, İslam’ın son karakolu Vatan topraklarına izahı zor bir ihanetin taşeronluğuna soyunmaktadır.

Hiç mi ödenen bedellerden,  “Hey on beşli  on beşli, Tokat yolları taşlı” deyişlerinden veya “Eledim eledim, höllük eledim aynalı beşikte yavrum, bebek beledim.  Büyüttüm, besledim. Asker eyledim. Gitti de gelmedi canan buna ne çare?” feryatlarından yürekler yanmaz?
Şimdi anlıyorum, Nurettin Topçu’nun “ Bu toprakların maddi manada Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır. Ama manevi sahada hala Kurtuluş Savaşı gerçekleştirilememiştir.” Tespitindeki manayı.

Toprağı, kanları ile vatanlaştıranlardan habersiz olanlar elbette anlayamayacaktı bedel ödemenin anlamını.

Zannedilmesin ki hamaset ile ifade ediliyor bu sözler.

Asla ve kata…

Tam tersi, her zaman ifade ettiğim gibi milliyetçiler, memleketin her karış toprağını ve birini diğerine tercih etmeden bütün insanlarını eşrefi mahlukat olarak gören ve ötekileştirmeden, ayrıştırmadan, bin yılı aşan kardeşliği; tarih, toprak, iman ve ülkü ortaklığı ile nice bin yıllara taşımanı ülküsünü benimsemektedirler.

Milliyetçiler, “milliyetçiliği içi kevserle dolu bir kase gibi gören ve esas değeri kaseye değil kevsere veren; kase kevserin nurunu aydınlattıkça değer kazanır” diyen bir felsefe ile bütünleştirme derdindedir.

Milliyetçiler,  gönül seferberliği ilan edip, sinesini yaşatma ideali için açan insanlardır.

Milliyetçiler, her türlü ırkçılığı reddedip ilim-iman-ahlak-ülkü şuuru ile yeniden maneviyata dönüşün  mücadelesini veren ve karşılıksız bir sevgi ile vatanını da milletini de devletini de geçmişini de geleceğini de her türlü kaygının önünde tutan iman erleridir.

Aslında bizim milliyetçiliğimiz:

"Allah ve Resûlünü en çok sevdiği, yahut en çok seveceği, yahut da en çok sevmeye memur edeceği için Türkü sevmek, onun şahsî ve kavmî ruh hazinesini bu aşk zemininin üzerine serpiştirmek ve bütün zaman ve mekân boyunca bu ruhu geliştirmek, kalıplaştırmak, billûrlaştırmak ve maddeye nakşetmekten ibaret olan üstün milliyetçilik, ruhî muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil, ruhî muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı o mefkûredir ki, usul ve sistemini de her millete veren, böylece darlık ve hasislik çemberini kıran, dünya çapında bir yenilik belirten ve hudut içinde hudutsuzluğa ulaşan büyük oluşun en gerçek yapıcısıdır." İfadesinde olduğu gibidir.

         En güzeli; meseleyi sahibinin dili ile neticelendirelim:

Milliyetçilik nedir?  Milliyetçilik, milletimizi sevmektir, vatanımızı sevmektir, devletimize sadakat ile bağlı olmaktır. Milliyetçiliğimizin anlamı bu. Irkçılığı reddeden  bir milliyetçilik anlayışımız var. Milliyetçiliğimizin temel kaynaklarının başta geleni İslam imanı, İslam ahlak ve faziletleriyle, Türklük şuuru, Türk milletine karşı beselenen derin duydu derin sevgidir.

Bunun için ise

Hepinizin, hepimizin, hep beraber gayemiz yalnız ve yalnız Allah'ın rızasını kazanarak İslâm'a, Müslüman Türk milletine, Müslüman Türk Dünyasına hizmet için olmuştur. Bugün de bu aşkla bu gaye ile hareket halindeyiz. Cenab-ı Allah'ın rızasından başka bir gayemiz yoktur. O Rıza için hareket ettik, o rıza için kol kola verdik, o rıza için şehitler verdik; şehitlerimizin tabutlarını beraber omuzlarımızda taşıdık."