Dünyayı büyük bir film platosuna insanları da burada çekilen bir filmin oyuncusuna benzetseydik bu filmin türü ne olurdu. Kader denilen senaryonun dışına çıkmadan ve her seferinde verdiği rolü provasız ve tek bantla çeken bir rejisörle karşı karşıyayız. Sahnenin içi ile dışı aynı. Her saniye her an film çekilmeye devam ediyor. Sahne içinde sahneler, birbirine geçmiş sesler renkler ve hacimler arasında film kesintisiz devam ediyor. Zamanın sahnesinde ve mekânın dekorunda bir yüz kaybolurken yeni yüzler ortaya çıkıyor. Tarih sahnesinin birbirine eklenen aynalarından günler aylar ve yıllar geçiyor. Herkes kendi hikâyesinin içinde kendi filmine odaklanmış. Filmin ne zaman biteceği belli değil. Ansızın bir “stop” sesi geliyor ve hemen tabut, sala ve kabir sahnesi devreye giriyor. Film gözyaşı sahnesi ile tamamlanıyor.
                                                                                                                                                      
Filmin türü ile ilgili olarak, herkes bu filmin içinde farklı rollerde oynadığı için ve herkesin rolü ayrı olduğu için kesin bir şey söyleyemiyoruz. Kiminin hayatı bir komedi gibi yaşanırken kimisinin hayatı bir trajediden farksız. Olayların akışı kimi zaman bir macera filmi tadında ilerlerken kimi zaman bir drama dönüşmekte. Günler bazen bir trajedi bazen bir komedi filmi gibi yaşanmakta. Bu filmin içinde aynı anda bütün renkleri görmek mümkün. Siyahın hüznü, beyazın masumluğu, sarının telaşı ve mavinin dinginliği bütün ihtişamı ile bu filmin içinde saklanmakta. Nefretin aşkla, ölümün hayatla, gurbetin sılayla barıştığı, bütün zıtlıkların birliğe kavuştuğu, o ezeli ve ebedi noktada, bu film oynamakta. Bu noktada hayat ne bir komedi ne de bir trajedi, olsa olsa bir dram gibi yaşanmakta.
 
Çoğu kişi sanki hep bu filmin içindeymiş gibi kendine verilen rolü hiç sorgulamadan sonuna kadar oynamaya devam ediyor. Bazı kişiler ise ben bu filmin içinde ne arıyorum bu rolü bana kim biçti sorusu ile oynadığı rolü sorgulayıp duruyor. Rolünü oynayanda sorgulayanda bu büyük akvaryumun içinde bir balıktan farksız. Herkes kendini kelimelerden yonttuğu cümlelerle var etme telaşı içinde. Hızla akan sahnelerin içinde kalıcı bir sahneyi arıyor gönüller.
 
Kader denilen büyük senaryoda herkes rolünü bir başrol oyuncusu gibi oynuyor. Benlik aynasına yansıyan görüntüler varlığın kamerasında bir film şeridi gibi akıyor.  Bazı oyuncular ise birbirinden rol çalmaya çalışıyorlar. Çünkü bu filmde oyuncuların çoğu oynadığı rolden memnun değiller. Filmin ilerleyen sahnelerinde roller hızla değişiyor. Ön planda olanlar geri plana geri planda olanlar ön plana alınıyor. Filmde kimsenin rolü sabit değil. Filmin kendisi kadar rollerde çok hızlı değişiyor. Kiminin filmi yeni başlarken kiminin filmi çoktan bitmiş oluyor.
Çoğu filmde oyuncunun espri ve komiklik yaptığı yerde bir gülme efekti verilirken hayat denen bu filmde gülme efekti verilmiyor. Çoğu yerde ne zaman ağlayacağımızı ne zaman güleceğimizi şaşırıp durmamız bu yüzden olsa gerek.
 
Evet, kalbimizi ve aklımızı bir figüran gibi hüznün kameraları önünde şekilden şekle sokan bir hayatı yaşamaya devam ediyoruz. Tarih bir sinema şeridi gibi önümüzden akarken rolü bitmiş oyuncuların gölgeleri hayalin duvarlarına yansıyor. Onların çektikleri dünkü sahneler bugün yaşanan sahneleri belirliyor. Ve bu filmin içinde dirilerin şimdiki rollerini ölülerin dünkü oynadığı roller belirliyor.

Hayat içinde bütün filmleri barındıran en büyük olarak film olarak çevrilmeye devam ediyor. Ve bu filmin sonunda hiç bitmeyecek olan asıl film başlıyor. Mahşerin ekranına yansıyacak her görüntü bu dünyada çektiğimiz filmin bir sahnesi olarak karşımıza çıkacağı günü bekliyor.