FUTBOL OYNAYAN ÇOCUKLAR (*)

“Yağmurlu bir gün

Dışarda futbol oynuyor çocuklar

Uykularından balçık akıyor

Umulmadık goller peşinde hepsi”

Oyun deyip de geçmemeli; çocukların dünyası oyun. Ne öğrenmiş iseler hayata dair hep oyunların içinden süzülüp gelir. Mahalle takımı, futbol, mahalle maçı, bir gol daha bir gol… Yağmur yağsa da oyun devam eder. Şimdi oyuna eşlik eden toprak kokusu. “Bu maçı alacağız” nidası yükseliyor. İki taraf da hırslı, gayretli… Yorgunluk nedir bilmiyorlar. Yağmur yağıyor, yağmur yağıyor, anneler eve çağırıyor ama hiç duyan yok. “Umulmadık goller peşinde hepsi”

Akbaş’ın sesi duyuluyor: “ Bekleme, koş; bu maç bizim”. Top peşinde çetin bir mücadele yaşanıyor. Sahaya odaklanmış bakışlar. Kimse ötesini düşünmüyor. Akbaş hızlı ve kıvrak. Çalımları, çevikliği ile göz dolduruyor. İşte “Golll…” Sevinç yere göğe sığmıyor. Çamura batmış oyuncular. Saha içinde oluşan su birikintileri… Bata çıka oyun devam ediyor. “ Ve yağmur yutuyor bütün golleri”

Ağyar bilmez ki bizi. Başka mekânlar, karanlıklar uzak bize. Oyun içinde dövüşsek de kardeşiz. Zira kinimiz yok; bizi yakın eyleyen oyunlarımız var.

“Yağmurlu bir gün

Dışarda futbol oynuyor çocuklar

Karanlık sofalarda

Morfin alıyor anneleri

Ah bir bilseler olup biteni”

Elde kalan çocukluğumuz. O sahih dünya, o güzellikler ülkesi. Sahayı çevreleyen taşlara serçeler konuyor. Olup bitenden hiç kuşkulanmıyor kuşlar. Arada bir su içiyorlar. Yağmur suları incecik bir yol bulup akıyor. “Ve yağmur yutuyor bütün golleri”

Muhittin iri, ağır gövdesine rağmen koşuyor, koşuyor… Sahanın yıldızlarından Muhittin. Karşı taraf hamle yapsa da boş. Kara yağız oyuncuyu ve kaleciyi aşıyor. Ve yine bir gök gürültüsü: “Golll…”

Akbaş koşup Muhittin’i kucaklıyor. Sahanın yarısı sevinçli; diğer yarısı pek üzgün. Orta sahada buluşup yeniden başlıyorlar.

“Yağmurlu bir gün

Dışarda futbol oynuyor çocuklar

Gülleler taşıyorlar ayaklarında

Hırsından ağlıyor kimileri”

Gözler kararmış. İki taraf da bu sahadan zafer ile ayrılmak istiyor. Gevşeme, dağılma, yılgınlık belirtileri yok. Bir an duruyor oyun. Top taşlığa düşüyor. Bir atışma başlıyor. Karşılıklı el kol hareketleri, öfkeli seslenişler… İp inceldiği yerden kopacak gibi.

-Oğlum düzgün oyna, çelme atma…

-Bana mı söyledin?

-Evet, sana söyledim. Bak bir daha çelme atma…

-Çelme atmadım. Yalandan düşüyorsun, numara yapma!

-Madem öyle Ferhat, birazdan görürsün…

Karşılıklı suçlamalar, tehditler, itişmeler… Neyse ki büyümüyor bu tartışma. Oyuna adeta tuz-biber oluyor. Cengiz çamura batmış sarı topu koşup getiriyor. Hiçbir şey olmamış gibi yeniden başlıyor oyun. Ter içinde nefes nefese koşuyorlar… “Ve yağmur yutuyor bütün golleri”

Toprak damlı evler arasında bir top sahası… Daha bağlar, bahçeler talan edilmemiş. Komşu, komşunun yardımcısı. Birbirinden haberli insanlar. Televizyon her evde yok. Ne var bu kutunun içinde söylenip durur. Siyah-beyaz bir dünya. Türk filmi her hafta sabırla beklenir. Acıklı son nasıl da ağlatır. Ve “Pazar Konseri” başlayınca asılır yüzler. Haydi dışarıya!.. Bir anda toplanır çocuklar. Taş, toprak, ağaç ve su ile yakınlık. Başka bir âlem, başka bir güzellik…

“Yağmurlu bir gün

Dışarda futbol oynuyor çocuklar

Top yukardayken uyukluyorlar

Tempo o kadar ağır

Ve çekilmez ki

Hakem düdüğüyle durmadan

Oyuna çağırıyor düşenleri

Ve yardıma melekleri “

Halden anlayan babalar pek nadir. Top oynayan çocuğu görünce celalleniyor babalar. Çocukları ile top oynayan bir Dursun abi var. Koşar, gülümser, şakalaşır. Derler ya çocukla çocuk, büyükle büyük. İşte tam da öyle biri. Çok mu zor çocuklar ile anlaşmak?

Toprak saha böyle bir maç görmedi. İki taraf da asılıyor oyuna. İki taraf da iddialı ve hırslı… “Ve yağmur yutuyor bütün golleri”

Akbaş’ın çırpınışı boşa değil. Varı yoğu futbol… Yendiği zaman bahtiyar, yenildiği zaman kederli. Takımı kurup yönetmek öyle kolay değil. Akbaş, esaslı kaptan. Başarısına gölge düşürmek isteyenler var ama fırsat vermiyor. Daima oyunda, daima işini sıkı tutuyor.

“Yağmurlu bir gün

Dışarıda futbol oynuyor çocuklar

Azgın kamçısıyla sonbahar

Dövüyor akasyaları iğdeleri

Gövdeleri boşluğa savuruyor oyun”

Kale arkasında bekleşen iki kardeş, kaleciye sürekli sataşıyor. Kaleci sürekli teyakkuzda. Gol yemek istemiyor. İki kardeş, maç başladığından beri kalecinin aleyhinde konuşup kızdırmaya çalışıyorlar. Bir değil iki değil; geçen seferde bunu yapmışlardı. Sabır taşı mı bu kaleci?

-Senden kaleci mi olur oğlum, şişko kaleci şişko…

-Sanki essahtan kaleci… Bu var ya bu geçen maçta bir sürü gol yedi.

-Bak susun, kötü olacak.

-Zıpla zıpla koçum, öyle durma uç !..

Ve iki kardeşin üzerine birdenbire zıpladı, uçtu kaleci. Vur ha vur… Sayısız yumruklar, tekmeler. Bir boğuşma başladı. Oyun yine durdu. Sarı topu bırakıp kavga yerine koştu çocuklar. Bir yandan gülüşüyorlar, bir yandan kavga edenleri ayırmaya çalışıyorlar.

“Çocuklar kaynayan toprağı

Tırmalıyorlar

Kararan göğü

Gözümüzdeki kalın perdeleri…”

Oyun içinde oyun… Burada dünyanın halleri saklı. Dersini alıp da eve dönen ertesi güne hazırlanır. Yaşanan yenilgiler boşa değil. Hayal ile gerçeklerin çatışması yaşanır. Geriye çekilip sonra yeniden başlamak…

Sahanın çizgileri kaybolmuş. Yağmur inceden yağmaya devam ediyor. “Golll…” nidası bir kez daha duyuluyor. Sevinçten çılgınlar gibi Akbaş “Maç bizim” diyor. “Bu maç burada bitmez” diyor karşı oyuncu. Arkadaşlarına öfkeli öfkeli bağırıyor: “Hep sizin yüzünüzden”. Kimse dönüp de karşılık vermiyor. Yavaş yavaş dağılıyor çocuklar. Taşların arasında kalan sarı topu son anda hatırlıyor bir çocuk. Hemen koşup oradan alıyor. Bugünün yarını da var. Yorgun bitkin bir halde yürüyorlar.

“Ve yağmur yutuyor bütün golleri

Ve yağmur yutuyor bütün golleri”

(*) İlk Atlas, Cahit Koytak, Timaş Yay. 2011, s.10-11