Fransa’da yaşamakta olan, başarılı sanatsal çalışmaları ile gündeme gelen Niğdeli şair-yazar Üzeyir Lokman Çaycı, Ömer Fethi Gürer’in sorularını cevapladı.

Çaycı, yazmaya başladığı süreçten, sanatsal çaba ve bakışları yanında, Niğde ve Bor ile ilgili düşüncelerini de anlattı.

Çaycı, “Paris’teki Eyfel gibi Elmalar’dan oluşan bir yapının dünyada eşi olmayacak şekilde düzenlenerek Niğde veya Bor’da hizmete açılması, bölgemize olan ilgiyi artıracaktır” dedi. Üzeyir Lokam Çaycı “Günümüzde bir Mimar Sinan göremiyoruz. Doğal yapılanma, dünyanın hiçbir yerinde yok. Mustafa Hızır, Bor için büyük bir şans” diye konuştu.

Ayrıca memleket sevgisi ve konulara yaklaşımını, sorularımıza gönderdiği yanıtlar ile açıklayan Çaycı, “Okumak, okutmak, sanat eserlerini turizm amaçlı değerlendirmek gibi kampanyalar başlatılmalıdır. Bizzat birçok kez TRT’ye gönderdiğim mesajlarla, Sevgili Ayhan Baran, Mustafa Hızır gibi kişilerle ilgili belgeseller hazırlanmasını istedim. Örneğin Emin Arısoy, Talat Gün, Vahit Kurşuncu, Nazire Közer gibi öğretmenlerimizle ilgili hiç belgesel hazırlandı mı? Veya belgesel hazırlanması yönünde kim ne yaptı?” diye sordu.

“Bence yaşam, içinde bulunduğumuz anların en iyi şekilde değerlendirilmesidir. Sanatın bir başka yönü, sevgiyle bütünleşerek varlık göstermektir. Dayanışma ve kardeşliği tesis etme olgusudur! İyilik, güzellik, üreticiliktir. Barış, dostluk ve insanlık için köprü, huzur ve sağlık için bir nefes alış-verişidir” diye konuşan Üzeyir Lokman Çaycı, sorularımızı şöyle yanıtladı:
Ömer Fethi Gürer : Öncelikle özgeçmişiniz ile sizi tanıtalım.

Üzeyir Lokman Çaycı : Sevgili Ömer Bey, 1949 yılında Bor İlçemizde doğdum. Babam Fikri Çaycı, ilçemizde esnaftı. Annem Fatma Mürşide Çaycı, 2. Cihan Harbi esnasında gösterdiği kahramanlık nedeniyle yüce Atatürk’ün İstiklâl Madalyası ile taltif ettiği Öğretmen Sürurî’nin kızı... İkisi kız, ikisi erkek, dört kardeşiz.

İlk ve ortaokuldan sonra Bor Şehit Nuri Pamir Lisesi’nin Fen kolundan mezun oldum. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü’nü kazanmama rağmen, çeşitli nedenlerle gidemedim. Sonra o zamanki adıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek okulu İç Mimarlık ve Endüstri Tasarım Bölümü’nden oldukça başarılı olarak 1975’de mezun oldum. İlk kitabım olan “Akşamların Durağı” isimli ilk şiir kitabımı da 1975’de yayınladım.

Ömer Fethi Gürer : Sanatın farklı alanlarında etkin çalışmalarınız var. Olgunluğa erdiğiniz bu süreçte ilk başlangıç günlerini, şiir yazma isteğini, sonrasında yazı ve çizimlerinizi kısacası nasıl başladığınızı, varsa sizi destekleyenleri anlatır mısınız?

Üzeyir Lokman Çaycı : İlkokuldan itibaren bende gelişen bir kitap okuma sevdası vardı. Ortaokulda ve lisede de bunu frenlemeden sürdürdüm. Ama ilk şiir yazmaya 11 yaşımda başladım. Ve iki - üç yıl sonra şiirlerim çeşitli mahalli gazetelerde yayınlanmaya başlandı. Küçük yaşıma rağmen, gazeteleri ve gazetelerdeki kültürel etkinliklerle ilgili haberleri bireysel olarak takip ediyordum. “Çerez” adlı bir dergiye abone olmamla birlikte bu derginin açtığı yarışmayı da kazanarak, birkaç kitaptan oluşan ödüle sahip olmuştum.
Ayrıca dedem Öğretmen Süruri ile ilgili yazdığım bir yazıyı, değerli tarihçi Cemal Kutay kendisine ait abonesi de olduğum “Tarih Konuşuyor” Mecmuası’nda Kasım 1964’te yayınlatmayı da başardım.
Bu sıralarda Ortaokul edebiyat öğretmenlerimizden Talat Gün’e sık sık ders harici yazdığım yazıları taşıyarak tashihten geçirttim. Bu değerli öğretmenimizden aldığım öğütler, eleştiriler ve düzeltmeler, bana adeta bir ışık oldu. Bütün bunlar beni asla frenlemedi, aksine kamçılayarak okuduğum kitaplar da beni çeşitli araştırmalara ve farklı bakışlara itti. Sırasıyla Yaşar Opsar, Fikrettin Murathan, Erol Şeran ve Oktay Çağlar da bendeki heyecanı ve enerjiyi fark ederek bana destek oldular.

Yeşil Bor, Niğde’nin Sesi, Milli Hamle, Yeni Bor ve Bor’un Sesi gibi bölge gazetelerinde yazılarımı yayınlama fırsatı buldum. Lisede iken de biraz daha geniş alana yazılarımı taşıma fırsatı buldum. Aksaray’da yayınlanan Hasandağı ve Uluırmak gazeteleriyle, Yeni Alanya, Siirt’te Sonsöz, Trabzon Hizmet, Mersin Savaş, Elazığ Nurhak Gazetesi, Afyon Türkeli gibi sayısı yüze ulaşan dergi ve gazetelerde yazılarım yer aldı.

Ünlü şair rahmetli Ümit Yaşar Oğuzcan’la da, yönettiği Kelebek ve Hürriyet Gazetelerindeki şiir köşeleri vasıtasıyla mektuplaşmaya başladım. Böylece, Yüksekokul sonrasına kadar uzanan bir zaman süresinde şiirlerim bu değerli şair tarafından beğenilerek bu gazetelerde de yer aldı. İstanbul’da kiraladığım posta kutum, çeşitli övgü ve istekler içeren mektuplarla dolup taşmaya başladı. İstanbul Beyoğlu’nda bulunan Esir Kulüp’te ve Kazaplanka üzerinde bulunan Türkiye Şairler Derneği salonlarında şiir gecelerine katılarak, şiirlerimi zaman zaman okuma fırsatları buldum. Günaydın gazetesinde yayınlanan her bir şiirim için de 500 TL telif ücreti, tarafıma ödendi. Yani bütün bunlar beni destekleyen unsurlar oldu.
Babam esnaf olduğu için küçük yaşlardan itibaren dükkanımıza gelen mallara ait boş sandıklarla kendime bazı oyuncaklar ve oyun elemanları üretiyordum. Bu şekildeki buluşlarıma 5–6 yaşlarımda başladım. Sanata olan merakımı ise Bor Halil Nuri Bey kitaplığında gidermeye çalıştım. Yüksekokula başladığımda bu nedenlerle öğretim görevlilerini şaşırtan projeler oluşturmak ve çeşitli projeler üretmek, benim için zor olmadı.

Ömer Fethi Gürer : Eserleriniz ve çalışmalarınız farklı dillerde yayınlandı. Bu çalışmaları sizin anlatımınızla öğrenmek isteriz. Ayrıca faaliyetleriniz şu aşamada hangi boyutta gelişiyor?

Üzeyir Lokman Çaycı : Şiir her şairin iç dünyasını yansıtır... Farklı alanlarda gezinse bile kendi kişiliğinden kopmadan yürür... Nefes alırken haz alır... Duygularıyla iletişim kurar... Çeşitli kesimlerle buluşurken zorluk çekmez. Bazen o gider, şiiri yerinde kalır... Bazen de şiirleri gider o yerinde kalır, çevresinde kıpırtılar ve esintiler hisseder... Bu noktadan itibaren onun şiirleriyle çeşitli şekillerde buluşanlar olur, kendilerine ait bir şeyler bulanların ilgisi çevreye yansır ve çeşitli dillere çevrileri yapılır. Bu edebiyat ve sanat aileleri uzaklıklara rağmen karşılık beklemeksizin birbirlerine yaklaşırlar. Ölçülemeyen dostluklar, tartılamayan fedakarlıklar, bir sevgi dairesi içerisinde yerlerini alır. Birbirlerine destek olan bu sevdalılar arasında sınırlar kalkar ve tabiyet farklılıkları hesaba alınmaz.

Şiirlerimin Fransızca’ya çevirisini yapan Sevgili Yakup Yurt, Bursa Umurbey’den... Belçika Brüksel Adliyesi’nde yeminli tercüman olarak görev yapıyor. Ben ise Borluyum ve Fransa’da Paris bölgesinde çalışmaktayım. Sevgili Yakup Bey ve ailesiyle dostlukluklarımızın başlamasına da benim şiirlerim ve onun edebiyat sevgisi vasıta oldu. Güzel bir ahenk içerisinde ilişkilerimiz devam ediyor.

Amerika, Kanada, İspanya, Portekiz, Romanya, Polonya ve İsviçre’deki dostlar ise diğer dillere çevirmeye vasıta oldular. Buradan hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Amerika Ohio Üniversitesi beni onur üyesi seçti. İlgili üniversite yayın organlarında çalışmalarıma da yer verdi.

“Colombia - Universidad del Atlantico” Atlantiko Üniversitesi’nden Mercedes Ortega González-Rubio ve Manuel Guillermo Ortega (Guillermo Tedio)’nın değerli destekleriyle şiir ve denemelerim İspanyolca’ya da çevrildi.
Burada özet olarak ifade edersem, şiirlerim Türkçe dahil, 9 dile tercüme edildi. Sadece son altı yıl içinde 1800’ü aşan yayın organlarında çalışmalarım yer aldı.

Ömer Fethi Gürer : Uzun yıllardır Fransa'da yaşıyorsunuz. Yurtdışında sanatsal alanlardaki çalışmalarla ülkemizdeki çalışmaların farklılığını hangi noktalarda görüyorsunuz?

Üzeyir Lokman Çaycı : Fransa sanatta öncülük yapan sayılı ülkelerden biri... Sanat ve sanatçıya verilen önem ise oldukça farklı... Bu da kültür farklılığı ve zenginlikle destekleniyor. Bizim yüksek tahsil yaparken yüksek fiyatlarla sahaflardan satın aldığımız eski sanat kitapları, burada bir simit parasına temin edinilebilmektedir. Aldığımız projeler için bizim zamanımızda kaynak ve başvuru eser ve malzemeleri bulmak çok zordu. Her yerde bugün bu tür zorlukların kalktığını görüyoruz.

Sanattaki kurallar uygulanıyorsa ve maddi zorluklar yoksa sanatın nerede yapıldığı önemli değil... Önemli olan kişinin kopyacılıktan uzak yeni ve farklı eserler üretebilmesidir.

Ömer Fethi Gürer : Tekrar Niğde'ye dönme ve burada sanatsal etkinlikler düşünceniz var mı? Örneğin Niğde'de bir sergi düşünüyor musunuz?

Üzeyir Lokman Çaycı : Şartlar uygun olursa, Niğde’ye dönmek istiyorum. Elbette sanatla ilgili orada da bir şeyler yapmak isterim. Ülkemiz için de, bölgemiz için de farklı projelerim var... Burada tam anlamıyla bu projelerimi uygulama imkanlarım yok. Üç boyutlu resimler yapmak için geniş mekanlara ve zamana ihtiyacım var. Küçük bisikletlerden oluşan bir koleksiyonum var. Bunları bir müze halinde sergilenirse, lösemili çocuklar vakfı veya diğer vakıflarımız yararına armağan etmek istiyorum. Sergi için de destek olursa, elbette açmayı düşünüyorum.

Ömer Fethi Gürer : Duygu dolu şiirler yazıyorsunuz. Çizimleriniz de mükemmel. Bakış derinliğiniz çok yönlü. Ama acıları da işliyorsunuz. Yaşamınızda üzüldüğünüz ya da mutlu olduğunuz konulardan etkilenir misiniz? O duygu yoğunluğu nasıl oluşuyor?

Üzeyir Lokman Çaycı : Sevgili Ömer Bey, güzel ifadeleriniz için teşekkür ediyorum. Her insanımıza Anadolu’da acılar mutlaka dokunmuştur. Sol elimin işaret parmağımda iki orak yarası var... Bunlar, yaşadığım zamanın parmağımdaki resimleri... Yüreğimdeki yaralardan sızan duyguları da şiirlerimle ve tablolarımla yansıtmaya çalışıyorum. Nereden geçtiysem, oradan aldığım renkler ve çizgiler var... Kaçımız bölgemizdeki kahvehaneleri, hapishaneleri ve hastaneleri dolduran insanları inceleme imkanı bulduk? Ya da kaçımız kaçımızın yaralarını sardık, dersem nasıl cevaplar alırız?

Bunların dışında bölgemizde birbirimize verdiğimiz değerler de tartışılabilir. Yani böyle tartışılabilecek konularda birbirimizi incittiğimiz veya acılarla baş başa bıraktığımız anlarda, acılar hatta nefretler ortaya çıkmaya başlıyor. “Biz neye ve kime benziyoruz?” gibi sorularla belki içinde bulunduğumuz hallere ışık tutarak, kendimizi tanıma fırsatı bulabiliriz. Benim dünyamda sadece lacivertler yok... Siyahın gizlediği şeyler sadece karanlıkta barınmıyor... Duruşumuzu resmetmek ve bunu irdelemek, çoğu zaman aklımızdan bile geçmiyor! Hazır olmadığımız ve içinde yaşadığımız çağ, bir gidişle, yönelmelerle, olaylarla veya isteklerle sınırlı değil. Suçlarla, bencilliklerle, ayırımcılıklarla ve ilgisizliklerle beslenen insan tipleriyle birlikte yaşıyoruz. Aynı aileler arasındaki kopukluğun husumete varan boyutlarla gözlemlendiğini hepimiz biliyoruz. Fedakarlık, samimiyet, dostluk kardeşlik duygularını körelten bir gelişimin olumsuzluğuna dikkatleri çeken bile yok. İşte böyle bir zamanda hayata farklı açıdan bakan şairlere, yazarlara ve sanatçılara ihtiyacımız var...

Ömer Fethi Gürer : Ülkemizi Fransa'da da olsanız izliyorsunuz. Sanatsal faaliyetleri nasıl buluyorsunuz? Örneğin şiir konusunda düne göre Türk şairleri nasıl?

Üzeyir Lokman Çaycı : Günümüzde bir Mimar Sinan göremiyoruz. Doğal yapılanma dünyanın hiçbir yerinde yok. Mustafa Hızır Bor için büyük bir şans... Türkiye için ise bir hazine ama, fark eden kim? Politik bir maske takmış herkes... Bu candır, şu canandır yaklaşımı kalkmış... İkram ve selam çıkar karşılığında sunuluyor... Paran var mı, dostun var?... Başarılıysan veya İftiraya uğrarsan seyirci herkes... Sanat ve edebiyat grileşiyor böyle bir ortamda... Öze dönüşe vasıta olunamıyor... Kuruyan duyguları yeşertmeye yetmiyor çizgiler. Renkler, soluk bakışları diriltmiyor. Bütün güzelliklerin, samimiyetlerin ve fedakarlıkların yerinde bencillik bağdaş kurmuş oturuyor. Hiç kimsenin gıkı bile çıkmıyor! Geçim derdini, çıkar hırsını aşan ilim adamı, bürokrat, şair ve yazarlar varsa onların etkileri farkedilecektir. Değilse kendi kendimizi aldattığımız bir düzen içerisinde emperyalist güçlerin yönlendirdiği ve yönettiği bir kürede sadece problemlerimizi değil kendimizi aşmamız da mümkün olamayacaktır.

Ömer Fethi Gürer : İçinde Niğde yada Bor geçen her konuya yoğun ilgi duyuyorsunuz. Bu özlem ve desteği nasıl açıklıyorsunuz?

Üzeyir Lokman Çaycı : Vatan hasretini körükleyen uzaklıklardan akıp gelenleri bu duygulardan yoksun olanlar asla fark edemiyorlar. İnsanın doğup büyüdüğü köyünden, kasabasından, ilçesinden veya vilayetinden kopması mümkün değil... Zaman zaman gittiği yöresindeki kaybettiklerinin resmi de hayat sayfalarından asla silinmiyor...

Ömer Fethi Gürer : Sanatsal faaliyetleri düşünen gençlere önerileriniz nedir?

Üzeyir Lokman Çaycı: Kendileri ve ülkeleri için projeleri olmayanların sanat duyarlılıkları da hayat duyarlılıkları da zamanla silinip gidiyor. Sorumsuzluk ve çevremizdeki gelişmelere karşı ilgisizlik başlıyor! Bu sebeple önce sanat eserlerini, sanatçıları farklı bir gözle incelemeleri ve sanatın ana kurallarını öğrenmeleri gerekmektedir. Sonra da ne yapacaklarına dair projeler ve tasarılarla uygulama teknikleri geliştirerek ele almalıdırlar.
Zaman, bir çoğumuzun hesapsız harcadığı çok önemli bir unsur... Zamanın neresindeyiz? Zamanın bize kazandırdıkları neler? Kaybettiklerimizi bize farkettirmeyen bir sürükleniş söz konusu olabilir. Dayanıksız duruma veya yenik düşmeden dik ve dirençli kalabilmek.
İnsanların güçlerini, inançlarını, başarılarını veya etkileyiciliklerini kendi menfaatleri, ideolojileri hatta inançları yönünde kullanmak isteyenleri çokluğu bilinmeli ve art niyetli bu tür insanların veya grupların oyunlarına gelmemelidirler.

Ömer Fethi Gürer : Gurbette çocukluğunuzun geçtiği Bor ile ilgili düşlediğiniz anı ve özlediğiniz nedir? Anılarınızdan bir kaç küçük detay anlatır mısınız? Örneğin çocukluğunuz gençliğinizde adını anımsadığınız mahalleden, okuldan, ilçeden farklı özellikli olanların adları gibi.

Üzeyir Lokman Çaycı : Benim çocukluğumda her şey doğaldı. İnsanlarımızın güzellikleri bir harç gibi bağlılıklara vasıtaydı... Birbirlerine yaklaşımları ve dayanışmalarıyla dikkatleri çekici nitelikteydi. Saf duygularla bezenmiş sözler ve konuşmalar güven duygusu için adeta her kapıyı açan bir anahtar gibiydi. Birbirlerine ayırdıkları zaman adeta sınırsızdı... Okullarımız, Mahallelerimiz, çeşmelerimiz, yollarımız, camilerimiz, bayramlarımız, düğünlerimiz, vb. her birisi birer motif gibi günlük hayatımızın, buluşmalarımızın, sohbetlerimizin, aynı ruh hallerimizin hatta anılarımızın beslendiği hatta süslendiği yerlerdi. Ben bugün bunları özlüyor ve arıyorum.
Sınıf arkadaşlarımız, komşularımız her birisi farklı birer çiçek gibiydiler.

Ömer Fethi Gürer : Niğde ve Bor ile ilgili Fransa'da da olsanız sürekli iç içesiniz. Özellikle internet yolu ile her gelişmeyi takip edebilme şansı da doğdu. Kimi zamanda gelip gidiyorsunuz. Bu bağlamda bölgemiz için öneri ve düşüncelerinizi anlatır mısınız?

Üzeyir Lokman Çaycı : Niğde’de ve Bor gibi ilçelerimizde kahvehaneler dolup taşıyor. Kültürel ve sosyal faaliyetler yok gibi. İnsanlarımın birbirlerine bakış açısı oldukça değişmiş durumda. Çağın güdümünde bulunan kişiler materyalist hayatın unsurları olarak duanın, duyarlılığın ve sevginin uçlarını kaçırmış halde veya bunlardan çok uzakta kendi hayatlarını yaşamaya çalışıyorlar... Yetişkinler yurdunda kalanların çoğu evlatlarının ihmal ettiği, hatta kaba tabirle dışladığı kimsesizler!

Böyle bu durumda benim tek istediğim husus evlatların anne ve babalarıyla birlikte aynı yuvada yaşamalarının temin edilmesi. “Onlar ölmeden önce ilgisiz bırakılarak öldürülmemeleri... Para, eğlence, tatil özümüze uygun halde ele alınmalıdır. Şu bizden, o sizden ayırımcılığı yerine ve siyasi kamplaşmalara girmeden birbirimizi kucaklama yollarını aramalıyız. 30 yıl önce aynı mahallede birlikte yaşadığımız, okullarda aynı sıraları paylaştığımız ve aynı havayı soluduğumuz insanlar şimdi neredeler?”

Şehircilik, yer altı zenginliklerinin değerlendirilmesi gibi konular ön plana çıkarılmalıdır. Avrupa’nın bir çok kentinde turistlerin dikkatlerini çeken anıt yapılara benzer bazı yapısal araştırmaların yapılması ve gerçekleştirilmesi gerekir. Yanı Brüksel’deki Atomium, Paris’teki Eyfel gibi Elmalar’dan oluşan bir yapının dünyada eşi olmayacak şekilde düzenlenerek Niğde veya Bor’da hizmete açılması, bölgemize olan ilgiyi artıracaktır. İlimizdeki bir çok tarihi yapının ilgisizlikle karşıya olduğunu biliyoruz. Bunları korumak, kollamak hepimizin görevidir.

Su depoları ve borularının sağlığa uygun hale getirilmesi, sulama kanalları ve sularımızın sık sık gözden geçirilmeleri gerekmektedir.

Ömer Fethi Gürer : Soruların ötesinde sanat ve Niğde ya da Bor dersem neler söylersiniz?

Üzeyir Lokman Çaycı : Yaşamak, birbirimizle ilişki kurmak da birer sanattır. Ressam tablolarıyla, şair şiirleriyle, yazar yazılarıyla ilişki kurar... Ve yaşarlar. Bir vali, bir kaymakam ve bir belediye başkanı da görev yaptıkları bölgeye yaptıkları hizmetlerle anılırlar...

Yapılan plan ve projeler, bunların uygulanmaları ya da halkla ilişkiler de eğer kurallara uygun ise karşımıza sanat olarak çıkar...

Beton yığınlarıyla tarihi eserleri çok olan bölgemizi güzelleştirmekten bahsetmek mümkün değil... Yer altı ve yerüstü zenginliklerimizi korumak, açığa çıkartmak ve yağmalanmasına engel olmak görevlilerin olduğu kadar her vatandaşımızın da görevlerindendir.

Okumak, okutmak, sanat eserlerini turizm amaçlı değerlendirmek gibi kampanyalar başlatılmalıdır. Bizzat bir çok kez TRT’ye gönderdiğim mesajlarla Sevgili Ayhan BARAN, Mustafa HIZIR gibi kişilerle ilgili belgeseller hazırlanmasını istedim. Örneğin Emin ARISOY, Talat GÜN, Vahit KURŞUNCU, Nazire KÖZER gibi öğretmenlerimizle ilgili hiç belgesel hazırlandı mı? Veya belgesel hazırlanması yönünde kim ne yaptı?

Sevgili Ömer Bey, senin bu yönde, bilhassa tarihi eserlerimizin ön plana çıkartılması, korunması veya yağmalanmaması konusunda duyarlı çalışmalarını ve bu yöndeki yazılarını ilgiyle takip ediyorum. Sağol, varol demeden de geçemiyorum. İlgililer senin bu güzel duyarlılığına çeşitli şekillerde destek olmalıdırlar.

Ömer Fethi Gürer : Sanatsal çaba ve çalışmalarınız ile yoğun bir temponuz var. Sizce kısaca Yaşam nedir?

Üzeyir Lokman Çaycı : Bence yaşam, içinde bulunduğumuz anların en iyi şekilde değerlendirilmesidir. Sanatın bir başka yönü, sevgiyle bütünleşerek varlık göstermektir. Dayanışma ve kardeşliği tesis etme olgusudur! İyilik, güzellik, üreticiliktir.

Barış, dostluk ve insanlık için köprü, huzur ve sağlık için bir nefes alış-verişidir.

Sevgili Ömer Bey, bu güzel sorular ve beni bunlarla hatırladığın için sana çok teşekkür ediyorum. Hepinize, değerli hemşehrilerime gurbetten en içten selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Hoşça ve sağlıklı kalın.  
06.09.2006