Günümüz de İslâm’ın beş şartını yaşamaya çalışmak veya en azından “lâ ilâhe illallah” demek günahların kadar yanarak cennete girileceği söylenir; ama Allah’ın Kur’an-ı Kerimde farz kıldığı Müslümanlığa nedense hiç benzemiyor.  
Rabbimiz ayette sahabe gibi yaşamadan Cennet’e giremezsiniz diyor.
Hadi yok biz gireriz diyen var mı?

BAKARA - 214:Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun). Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı mutlaka yakındır, (öyle) değil mi?
Hâlbuki Peygamberimiz dönemin de çok kişi onun nur yüzünü görmüş hatta o mübarek gül kokan elini bile öpmüştür. Biraz daha ileri götürelim “la ilahe illallah” demişlerdir. Ama rabbimizin bu konuda söylediği ise kalbinize iman girmedi diyor. 
HUCURAT - 14:Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun). Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.”
HUCURAT – 14. Ayeti isterseniz her cümlesini açalım ki daha iyi anlaşılsın. İlk cümle şöyle;
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz)
Bu cümlede “amenu olmak”  ne demek onun inceleyelim.
HUD - 29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne). Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Demek ki Amenu olanlar mutlaka Allah’a mülâki olacaklar. İyide mülâkî olmayı da idrak etmemiz lazım diye düşünüyorum.
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o takdirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Allah’a ulaşmayı kalben dileyen kişi, ancak Allah'ın doğarken içine üflediği ve kendisine ait olmayan, Allah’a ait bir emanet olan ruhu; sahibi olan Allah'a ulaştırmayı dilemesi karşılığında Allah'ın mutlaka ruhunu kendisine ulaştıracağını söylüyor.
“Allah’a ulaşmak” nereden çıktıda sahabe böyle bir dileğin sahibi oldular. Hâlbuki günümüzde, Allah’a ulaşmak ile ilgili din öğreticilerin ağzından hiç bir şey duymuyoruz. Şimdi Kur’an-ı Kerimde Allah kendine davet ediyorsa ve Resulü ile de kendisine davet ettiriyorsa, “HAYIR ARKADAŞ BEN KABUL ETMİYORUM BÖYLE ŞEY OLMAZ” diye bilir misiniz?
Rabbimiz insanları kendisine davet etmiş;
RAD - 14:Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
Resulüne de ayette kendisine davet ettirmiş.
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Allah resulünün Allah’a davet etmesi sonucu davete icabet edenler olmuş; olmayanlara da Allah “MÜŞRİK” dediğini görüyoruz.
Allah'ın kendisine davete icabet etmeyeceksin ben müminim diyeceksin. Uğruna ölmeyi göze aldığımız Peygamberimiz SAV Efendimizin davetine icabet etmeyeceksin sonrada ben Resulullahı çok seviyorum diyeceksin, içinize siniyor mu? Kur’an-ı Kerimde ki bu farzları İslâm’ın beş şartının neresinde varda yeterli görüyoruz. Çevrenizdeki din büyüklerine sorun bakalım tatmin edecek bir cevap alabilecek misiniz?
İşte Hucurat-14. Ayette de bedeviler inanmamışlar ki kalplerine iman girmemiş.
HUCURAT - 14:Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.”
Ayette de rabbimizin şart olarak koyduğu “Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz),” ifadesinden anlaşılıyor ki Allah'ın ve Resulünün davetine icabet eden ve kendisinin içine üflenmiş Allah'ın emaneti olan ruhu Allah'a ulaştırmayı kalben dilememiz lâzım.
Ben dilemem; ben atalarımdan öğrendiklerime uyarım diyebilirsiniz.
MAİDE - 104:Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi...?
Siz babalarınızdan, atalarınızdan veya çevrenizde ki fetva makamlarından sizi Allah'a davet eden bir cümle duydunuz mu? Duydunuz da kabul etmediyseniz, gene Rabbimizin bir emrine daha itaat etmemişsiniz demektir.
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).  Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Bu ayetlerde Allah'ın ve Resulünün Allah'a davetine icabet edenlerin azap görmeyeceği ve günahlarının bağışlanıp sevaba çevrileceği söylüyor. Eğer Allah'ın emaneti olan ruhu (Allah'a ulaştırmayı dileme emrini kabul etmediyseniz) davete icabet etmeyip Allah'a ulaştırmayı dilemediyseniz DALÂLETTESİNİZ ve hidayete eremeyeceksiniz demektir.
Dalalette olan kişi hidayete ermemiştir ve dalalettedir. Allah'a mülâki olmayı yalanlamış bu yüzden hüsrandadır.
YUNUS - 45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar). 
Ama sahabe öylemi? Hepsi Allah'ın ve Resulünün davetine icabet etmişler bu neden ile tagut’a kul olmaktan kurtulmuşlar ve Allah'a kul olmuşlar.
ZUMER - 17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; tagut’a (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Hâlbuki sahabe Allah'a davete icabet etmeden dalalette idiler;
BAKARA - 198:Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn(dâllîne).Rabbinizden fazl istemeniz size günah değildir. Artık Arafat'tan akın akın geldiğiniz zaman Meş'aril Haram'ın yanında Allah'ı zikredin. Ve sizi hidayete erdirdiği şekilde siz de O'nu zikredin. Doğrusu siz ondan önce (hidayetten önce) elbette dalâlette olanlardandınız.
 
Hucurat 14 teki bedeviler gibi Allah Resulünün elini öptükleri halde kalplerine iman girmediği halde; sahabe ümmi nebi resule tabi olup felaha (kurtuluşa)erdiler.
A'RAF - 158:Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne).
De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah'ın resûlüyüm. O ki; semaların ve arzın mülkü, O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve O'nun ümmî, nebî, resûlüne îmân edin ki; O, Allah'a ve O'nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O'na tâbî olun ki; böylece siz, hidayete eresiniz.”
Siz inandıysanız o zaman Allah'ın ve Resulünün Allah'a davetine icabet eder sahabe gibi yaşamayı yani Allah'ın yaşatmasını talep etmiş olursunuz. Çünkü artık Allah'ın terbiyesi ile terbiye olmayı güzel bir kul olmayı kalbiniz istemiştir. İslâm’ın beş şartı artık size yetmez nefsinizin de tezkiye ve ıslah olması çok önemlidir.
Bakmayın siz benim kalbim temiz diyenlere kalp temizliği nefsin kalbindeki karanlıkların gitmesine bağlıdır. Ama önce Allah'ın sizi dilemesi için sizin Allah'ın davetine icabet etmeniz gerekir.
NİSA - 49:E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
(Habibim), nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Hayır, öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin nefsi tezkiye olmaz). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulüm olunmazlar.
Nefsinizin ıslah olması sizi mümin yapar. Yani Allah nefsinizi temizlemişse müminsinizdir ve gideceğiniz yer cennettir.
NİSA - 124:Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).Ve erkeklerden ve kadınlardan kim salih amelde bulunursa, kim salih amel işlerse yani nefsi (tezkiye edici amel) işlerse onlar, mü'minlerdir. İşte onlar, cennete girerler ve onlara zerre kadar, hurma çekirdeğinin lifi kadar zulüm yapılmaz.
Demek ki her şeyden önce, Allah'ın ölmeden Allah'a ait olan emanet ruhumuzu Allah'a ulaştırmayı dilememiz şart. Ama bir insanın ruhunu ulaştırmayı dilemesi ruhu kendisi ulaştıracak anlamına gelmez ancak Allah ruhu kendisine ulaştırarak hidayete (vasıl eder) erdirir. Onun için Allah ŞURA -13 de kendisinin ulaştıracağını söylüyor.
ŞURA - 13:Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Tabi ki Allah da kendisine ulaştırmak için iki vesile kullanıyor. Biri herkesin bildiği gibi ölürken Azrail AS öldürür ruhumuzu Allah'a döndürür bu icra-i (mecburi)bir dönüştür. Dileseniz de dilemeseniz de mutlaka ölüm melekleri bu işlemi yapacak.
SECDE - 11:Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
İkinci bir Allah'a dönüş vardır ki bu vesileyi Allah bizim Allah’tan istememizi istiyor.
MAİDE - 35:Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Allah insanların hidayete ermesi için vesile olarak nebileri ve her dönem de resulleri imam kılmış.
Nebilerin hepsi yaşadıkları dönemin imamıdır. Ama nebi olmayan resuller ki bunlara dönemin imamı veya müceddit denir.   
Nebi imamlardan bahsetmiş Rabbimiz, nebilerin hepsine imam kılıyor.
ENBİYA - 73:Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh (zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne). Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştıran) imamlar kıldık
. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.
Ama Resullerin hepsini imam kılmıyor içlerin den bir tanesini hidayet ile görevli imam kılıyor.
SECDE - 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
O zaman davete icabet ederek ruhumuzu Allah'a ulaştırıp hidayete erdirecek bir imamı aramamız lazım da bunu en doğru şekilde yapabilmemiz için Rabbimiz bana sorun diyor.
NAHL – 9:Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne). Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır
. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.  
Hangi dergah da derleneceğiz yani terbiye göreceğimizin bilgisi Allah'a ait olduğu için, bizleri kendi mürşitlerine davet edenlerin daveti bu ayete göre şirk oluyor. Yani Rabbimiz yanlış yere gönderir ben daha iyi biliyorum demektir.
Rabbimizin kendisinin tayin etmesini herkese gösteririm anlamına gelmesin çünkü kalbinde şüphe ve tereddüt olanlara göstermez çünkü iblis ve yandaşları insanları yoldan çıkarması kalpteki şüphe ve tereddüttendir.
Hani Allah ile kulu arasına kimse giremez diyenler vardır, tabii ki kimseyi sokmak zorunluluğunda değil ama sahabe Resulullahı Allah ile arasına sokmuş bizimde bu dönemde onu vekâleten temsil eden imamı veya ona tabi görevlileri Allah’tan sormamız isteniyor. Unutmayalım ki nebilerin hidayeti Cebrail AS’a verilmiş bir görevdir.
Rabbimiz bir şeyi farz kıldıysa bu insanların rahat ve huzur içinde yaşaması ve ahir yaşantısında da filmi oynarken dahi azap duyulmayacak bir neden için farz kılmıştır. Onun için Allah'ın huzuruna çıktığımızda Rabbimiz bizi imamlarımız ile çağıracağını söylüyor. İmamı ile gelenler için ne diyor bakalım.
İSRA - 71:Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). O gün bütün insanları, (Allah'ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).
Eğer imamı terk ettiyseniz veya birilerinin dediği gibi Allah ile insan arasına kimse giremez diyorsanız hesabınız teraziye konacak demektir.
MU'MİNUN - 102:Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

MU'MİNUN - 103:Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Burada günahı fazla sevabı az olanların ebediyen cehennemde kalacağını söylüyor Rabbimiz. Peki, size bu güne kadar ne öğretildi bir sorun öğretene. Böyle olmadığına dair ayet varsa bizde öğrenelim.
BAKARA - 81:Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).Hayır, (sandığınız gibi değil) kim günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
Günahı sevabını kuşatıyorsa kendilerini zan ile kurtulacağını iddia edenlerin Allah'ın emrine uymaları gerekir, kendileri için hayırlı olacağını düşünüyorum.
İyide adam Allah'ın ve Onun Resulünün Allah'a davetine icabet etmemişse ne olacak?
KEHF - 105:Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen). İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Bu kişilerin terazisi bile kurulmuyor sır Allah'ın ve Resulünün davetine icabet etmedikleri yok hükmünde saydıkları için ve mülâki olmayı (Allah'a ulaşmayı) yalanladıkları için. Tabi bu davranışların bu kadarla kaldığını sanmayın. Bu davranış kendilerine başka insanların yaptığı zulümden kazandıklarını bile yok hükmünde oluyor.
KEHF - 106:Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(huzuven).(Âyetlerimi) örtmeleri (inkâr etmeleri) ve âyetlerimi ve resûllerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle, onların cezası işte bu cehennemdir
.
Şimdi bu durum da İslâm’ın beş şartı farz olduğu halde, hepsi uygulanıp yapılsa bile bizi dalaletten kurtarmıyor denmek ki.
Gelip insanlara Allah'ın sadece ayetlerini anlatan, Allah'ın görevlendirdiği bir resul gelmezse kimse takva sahibi olamaz ve kimse nefsini ıslah edemez ve huzursuz ve mutsuz bir hayat yaşar.
A'RAF - 35:Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.
Allah; insanların nasıl kul olacaklarını ancak Allah'ın görevlendirdiği nebi resul veya veli resuller ile öğretir. Ama insanların çoğu kabul etmez.
FUSSİLET - 14:İz câethumur rusulu min beyni eydîhim ve min halfihim ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), kâlû lev şâe rabbunâ le enzele melâiketen fe innâ bimâ ursiltum bihî kâfirûn(kâfirûne).

Onlara önlerinden ve arkalarından (kendilerinden önce ve sonra) Allah'tan başkasına kul olmamaları için resûller geldiği zaman dediler ki: “Eğer Rabbimiz dileseydi, mutlaka melekleri indirirdi. Bu sebeple gerçekten biz, sizin, kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.”
İşte bu dönem de nebi resul olmayacağına göre, Allah’tan hidayetimiz için görevli veli resulü istememiz gerekir ki Allah'a kul olalım.
Bir insanın Allah’a kul olması için mutlaka sırat-ı müstakim üzeri olması gerekir.
YASİN - 60:E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
YASİN - 61:Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
İşte bu resuller; kul olmamız ve ölmeden ruhumuzu samimi olarak Allah’a ulaştırmayı dilememiz için Allah’a davet ederken aynı zamanda sırat-ı müstakime de davet ediyor.
MU'MİNUN - 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
Bu davetten haberi olan var mı? Sorun gerçekleri öğrenin Allah'ın kitabından başka doğru yoktur. Bu davetin amacı ne sorun. Hadi Allah'a daveti anladınız da; “Bu sırat-ı müstakim ne oluyor?” diyebilirsiniz.
HUD - 56:İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O'nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir.
Demek ki Allah'a giden yola çağıran bir Allah dostu, kul olmanın davete icabetle olduğunu ayetler ile anlattığını görüyoruz.
Rabbimiz de bu konuda kendisine sırat-ı müstakim ile ulaştırdığını söylüyor.
NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Demek ki ancak davete icabet ile Allah'a kul olunurken takva sahibi de olunuyor.
RUM - 31:Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
O zaman neden Allah’tan hacetinizi hacet namazı ile Allah'ın dostu olmayı istemiyorsunuz? Yarınınızın garantisi mi var?
Allah'ın gösterdiği eli iyi tutun o Allah'ın veli resulüdür işte onun size anlattığı Allah'ın ayetleri ile kalbiniz karanlıktan nura çıkacaktır.
TALÂK - 11:Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû'min billâhi ve ya'mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).Resûl, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (salih amel, yani nefs tezkiyesi) yapanları, karanlıklardan nura çıkarmak için size Allah'ın âyetlerini açıklayarak okur.
Ve kim, Allah'a îmân ederse ve salih (nefsi ıslâh eden) amel işlerse onu, içinde ebediyyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere dahil eder (koyar). Allah('ın Zat'ı), onun (resûl) için en güzel rızık olmuştur.
İşte bu ayetlerin hepsini sahabe yaşadı ve güzel insanlar oldular. Çünkü Kur’an-ı Kerimin tümünü yaşamış. Tanıdığınız var mı böyle biri; varsa dizinin dibinden ayrılmayın.
AL-İ İMRAN - 119:Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
(Ey mü'minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.
Kitabın tümüne iman etmiş yani yaşamış olan bu güzel insanlar Allah'ın resulü ile beraber Allah'a rüyetullah olmuş yani Allah’ı kalp gözü ile görmüşler ve insanları Allah'a davet ettikleri yolu göstermişler.
YUSUF - 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

Rabbimiz sahabeye verdiyse onlar gibi yaşayan herkese verir. Allah adaletsizlik yapmaz, fakat insanlar çok sevdikleri Allah'ın ve çok sevdikleri Resulünün davetine icabet etmezler.
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah'tan hacet neyse o istenir. Allah'tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah'tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında "Allah, Allah" diyerek kişi Allah'ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.

ALLAHA EMANET OLUN
[email protected]
ŞİMDİ DAVETE İCABET ETMEDİĞİNİZ HALDE ALLAHI VE RESULÜNÜ SEVDİĞİNİZİ SÖYLEMENİZE KİM İNANIR Kİ.