Şair Yazar Mehmet BAŞ yazdı

İlimizin insanı doğuştan ticarete yatkındır. Konuyla ilgili sayısız örnek verebiliriz. Niğdelilerin halı mobilya ve geri dönüşüm gibi sektörlerde mevcut başarısı ortadadır. En zor en kısıtlı imkanlarla sırtlarında halı satarak hamallık yaparak atadan babadan kalmış bir kuruşu yokken başarılı olmuş birçok hemşehrimiz vardır. Bu insanların hayatları esasında birer romandan daha dikkat çekici daha zengin yaşanmışlıklarla doludur.

Ticaret demişken konuyla ilgili kendi yaşantımdan birkaç aneknot paylaşmak istiyorum.

Dumlupınar ilkokulunda okurken perşembe pazarında su satardım. Daha sonra Ömür Eczanesi ve Çamardı Pazarı'nın ortasında bulunan Kapıcıoğlu Ticaretten kalın siyah poşet alıp pazarda satmaya başladım. Almış olduğum el arabası ile perşembe pazarında boş kiracı diyerek hamallık yapmaya başladım. Hatta bir kış günü yukarı kayabaşına yükünü taşıdığım bir kadının hayatın kapısını üstüme kapattığını ve paramı vermediğini hala unutmadım. Bu arada haftasonları kavak kerestesinden çaktırdığım boya sandığı ile ayakkabı boyacılığı yaptım. Hatta 1994 yılında eski terminalin önünde ayakkabı boyarken niye burada ayakkabı boyuyorsun diye içerdeki lostracıların saldırısına uğradım. Ortaokul yıllarında ergenliğin getirdiği utançla pazara çıkamaz oldum. Yaz tatillerinde Niğde'nin köylerinde amcalarımın yanında kamyonla sebzecilik zahirecilik yaptım.

Orta birin yazında reno servisinde çalıştım. Burada yağ tıpasını açmayı anahtar takımlarını sağı solu üstübüyle silme işini öğrendim.

Lise birin yazında ilk istanbul maceram başladı. Hacıhüsrev, Dolapdere, Tarlabaşı ve Kasımpaşa'da kaynamış mısır satmaya başladım. Lise ikinin yazında küçük bir dondurmacılık serüveni yaşadım. Daha sonraki yazlarda üniversite sonuna kadar mısırcılık dondurmacılık ve inşaat gibi işlerde çalıştım. Bursa'da öğrenciyken bir arkadaşla kokoreç işine girdim. Satamayınca bir hafta kokoreç yediğimizi hatırlıyorum.

Şimdi kendi yaşadıklarımdan anlıyorumki ticaret olgusu Niğdeliler'in genetiğinde var. Fakat sosyal çevre ve değişik koşullanmalar bu duyguyu zamanla öldürüyor. Örneğin parlak zekaları söndürme ve koşanların ayağına çalme takma konusunda kimsenin bizimle yarışabileceğini düşünmüyorum. El iyisi olma konusunda kimse elimize su dökemez.

Bence Niğdelilerin ticarette başarılı olmalarının sırrı rakiplerinin bu bölgeden olmamasıyla açıklanabilir. Bundan dolayı Niğde dışında ticaret yapan Niğdeliler daha başarılıdırlar. Niğde'de ise para kazanan sektörlerin çoğu Niğdelilerin birbirlerinin ayağını kaydırmasından dolayı dışardan gelenlerin elindedir.

Meseleye toplumsal psikoloji açısından baktığımızda Türkiye şartlarında Niğdelilerin ticari başarılarınun genelde bireysel çizgide ilerediğini görürüz. Bizim diyarda birlikler ve beraberlikler çok çabuk dağılır. Tabi tüm bunları yazarken genelleme yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyla alakalı illaki istisnalar vardır.

Evet Niğde'de birlik beraberlik ruhu eksiktir. Daha önce bunu birçok yerde yazdım çizdim. Birbirinin iyiliğini istemeyenlerin olduğu bir yerde elbetteki mutluluk hiç kimsenin kapısını çalmayacaktır.

Son olarak Niğdelilerde zehir gibi bir ticari zeka vardır ve bu zeka bence Kayseri'yi geçer. Fakat bu zeka işlenmeyen bir maden gibi yerinde saymaktan kendi kendini bileyip durmaktan bir türlü layık olduğu yerde değildir.

Bir Niğdeli'nin enerjisini yine başka bir Niğdeli çalmaktadır. Çokları ellerine aldıkları terazi ile birbirlerini eksik tartıp durmaktadırlar. Hakkaniyet olgusunun yerini zorbalık ve kurnazlığa bıraktığı bir anlayış ise sadece Niğde'yi değil tüm dünyayı esir almaktadır.

Editör: TE Bilişim