Eğitim ve Bilim emekçileri sendikası Niğde İl Temsilciliği  Yürütme  Kurulu adına Şube Başkanı İbrahim ALBAL , 2020-2021 eğitim öğretim yılı sonunda eğitimin durumu hakkında yayınlanan raporu kamuoyu ile paylaştı.

KESK’e Bağlı Eğitim – Sen’den yapılan değerlendirme de şu görüşlere yer verildi.

2020/’21 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI SONUNDA EĞİTİMİN DURUMU

Covid-19 pandemisinin gölgesinde başlayan 2020-2021 eğitim öğretim yılı 18 Haziran Cuma günü karnelerin dağıtılmasıyla sona erecektir. Covid-19’un pandemi olarak ilan edildiği Mart 2020’den bu yana, dünyanın pek çok ülkesinde sağlık ile birlikte eğitim sorunları öncelikli olarak ele alınmış ve öğrencilerin pandemi sürecinden en az etkilenmesi için tedbir arayışına girilmiştir.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO verilerine göre 31 Mayıs 2021 itibarıyla 210 ülkenin 116’sında okullar tamamen açık, 58’inde kısmen açık, 13’ünde ara tatil, 23’ünde ise kapalıdır. Başka bir ifade ile 210 ülkenin %55’inde okullar tamamen açık, %28’inde kısmen açık, %6’sında ara tatil, %11’inde ise kapalıdır.

UNESCO’nun verilerine göre Covid-19 pandemisi dünyada 1,6 milyardan fazla çocuğun eğitimini etkilemiştir. Bu sayı dünya üzerindeki çocukların yüzde 90’ını ifade etmektedir. Salgından dolayı 10 milyona yakın çocuğun okulu bırakma riski ortaya çıkmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNICEF’e göre Covid-19 salgını sonucunda milyonlarca çocuğun çocuk işçiliğine itilmesi riski artmıştır.  

Türkiye’de bir tarafta hem tablete, hem bilgisayara hem de akıllı telefona erişen öğrenciler, diğer tarafta herhangi bir cihaza sahip olmadığı için akşam babasının ya da annesinin eve gelmesini bekleyen ve onun cep telefonundan internete girmeye çalışan hatta evinde televizyonu olmayan olsa dahi kalabalık hanede yaşadığı için televizyon önceliği olmayan öğrenciler bulunmaktadır.

Türkiye 2020-2021 eğitim öğretim yılında iş günü itibariyle okulları en uzun süre kapatan ülkeler arasındadır. Kovid-19 salgını tedbirleri kapsamında, TRT EBA, EBA ve canlı dersler kullanılarak uzaktan eğitim yoluyla başlayan 2020-2021 eğitim öğretim döneminde, 15 Şubat'tan itibaren kademeli yüz yüze eğitime geçiş yapılmıştır. 1 Mart'tan itibaren kimi yerde yüz yüze ve kimi yerde uzaktan eğitim şeklinde faaliyetlere devam edilmiş, alınan tam kapanma tedbirleri kapsamında ise 29 Nisan-17 Mayıs arasında uzaktan eğitim uygulanmıştır.

Okul öncesi, özel eğitim merkezleri ile 8 ve 12. sınıfların destekleme ve yetiştirme kurslarında, 17 Mayıs'tan itibaren yüz yüze eğitime geçilmiş, diğer kademelerde ise 1 Haziran Salı gününe kadar uzaktan eğitime devam edilmiştir. Tüm ilkokullar ve okul bünyesindeki ana sınıflarında haftada 2 gün, köy ve seyrek nüfuslu yerleşim yerlerindeki okullarda ise haftanın 5 günü tam zamanlı yüz yüze eğitim ise 1 Haziran itibarıyla başlatılmıştır. Covid-19 ile mücadele sürecinde hazirana ilişkin kademeli normalleşme kapsamında, Türkiye genelinde ortaokul ve liselerde 8 Haziran'da yüz yüze eğitime geçilmiştir.

MEB, pandemi nedeniyle okulların kapatıldığı dönem için, yaz döneminde belirli bir süre telafi eğitimi yapılacağını, öğrencilere uzaktan eğitim sürecinde kapsanan konulardan not verilmeyeceğini açıklamıştır. Telafi eğitimi için öğretmenlerin yaz döneminde çalışmalarına hukuki zemin oluşturmak için 15/04/2020 Tarih 7243 Sayılı Kanunun 24 üncü Maddesi ile “İlçe, il veya ülke genelinde genel hayatı etkileyen salgın hastalık, doğal afet, elverişsiz hava koşulları gibi nedenlerle eğitim ve öğretim faaliyetinin iki haftadan fazla süreyle yapılamaması halinde uygulanacak telafi programlarının ders yılı içerisinde tamamlanamadığı durumlarda yaz tatilinde yapılacak eğitim ve öğretim faaliyetleri nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığınca öğretmenlerin izinleri kısaltılabilir. Bu durumda öğretmenlerin izinleri bir aydan az olamaz.” hükmü getirilmiştir.

Örgün eğitimin bütün kademelerinde yer alan öğrencilerimiz 16 ay boyunca akademik, sosyal, psikolojik, fiziksel kayıplar yaşamanın yanı sıra ciddi düzeyde öğrenme ve beceri kayıpları yaşamıştır. MEB’in öğrencilerimizin yaşadığı kayıpları “Telafide ben de varım” sloganı ile telafi etmesi mümkün görünmemektedir.

UZAKTAN EĞİTİM EĞİTİME ERİŞİMDEKİ EŞİTSİZLİK VE ADALETSİZLİKLERİ DERİNLEŞTİRMİŞTİR

Türkiye’de yıllardır temel bir sorun olan bölgeler, iller, ilçeler, mahalleler hatta okullarda ve okul içindeki şubeler arasında yüz yüze eğitime erişimde bile hem nitelik hem de nicelik olarak ciddi farklılıklar olduğu bilinmektedir. Salgın süreci ile birlikte eğitimde var olan mevcut eşitsizlikler ve adaletsizlikler daha da derinleşmiştir.

Pandeminin başından itibaren çocukların ve gençlerin yüz yüze eğitimini önceleyen, okulları ‘ilk açan ve en son kapatılan mekânlar’ olarak gören bir eğitim stratejisi izlenmemiştir. Çocukların ve gençlerin eğitim hakkı, tüm olanaklara rağmen karşılanmamış, derin yoksulluğa bağlı olarak eğitimdeki eşitsizlikler çok yönlü olarak artmıştır. Toplu ve kontrolsüz açılışlar ve göstermelik ‘tam kapanma’lar gibi gayri ciddi eğitim planlamaları yapılmış, akşamdan sabaha değişen kararlar alınmıştır. Uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitimdeki beceriksizlik nedeniyle eğitim öğretimde tüm kademelerde bir buçuk yıl adeta heba edilmiştir.

Pandemi riskine karşı uzaktan eğitime geçilmesi ile kamusal bir hizmet olan ve her çocuğun eşit bir şekilde faydalanması gereken eğitim hakkına ulaşmak güçleşmiştir. Özellikle düşük gelirli ve yoksul aile çocukları ile mevsimlik tarım işçiliği yapan çocuklar normal koşullarda bile eğitim olanaklarından yeterince yararlanamazken, uzaktan eğitim ile birlikte her çocuğun ulaşabileceği bilgisayar, internet gibi teknolojik araçlarının olmaması, çocukların eğitim sisteminden dışlanmalarına yol açmıştır. Örgün eğitimin her kademesinde öğrencilerimiz akademik, sosyal, psikolojik, fiziksel kayıplar yaşamanın yanı sıra ciddi düzeyde öğrenme ve beceri kayıpları yaşamıştır.

Pandeminin ilk aylarında uzaktan eğitimden kopan çocukların sayısı 6 milyon civarındayken MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün son açıklamasına göre, 21 Eylül 2020- 30 Nisan 2021 tarihleri arasında ancak 12 milyon 805 bin öğrenci EBA’yı etkin biçimde kullanmıştır. Zorunlu eğitime kayıtlı öğrenci sayısı 18 milyon 241 bin 881’dir. Bu veriden özel okul öğrencileri çıkarıldığında, 4 milyonu aşkın öğrencinin hem uzaktan eğitimden, hem de yüz yüze eğitimden uzak kaldığını söylemek mümkündür. Uzaktan eğitime katılan öğrencilerin yüzde 60’ının dersleri yalnızca cep telefonundan izleyebilmesi ve öğrencilerinin derslere katılım sürekliliğine ilişkin bilgi bulunmaması eğitime erişemeyen öğrenci sayısının çok daha yüksek olması ihtimalini güçlendirmektedir.

Öğretmenlerin uzaktan eğitim konusunda daha önceden bir deneyiminin olmaması, bu süreçte MEB’in sunduğu dijital teknolojinin yeterli olmaması, süreci planlayacak ve yönetecek uzman bir ekibin olmaması da yaşanan sorunları arttırmıştır. MEB uzaktan da olsa öğretmenlere, öğrencilere ve velilere bu konuda bilgilendirici ve yön gösterici çalışmalar yapmakta yetersiz kalmış, yapılan çalışmalar ise kısıtlı kalmıştır.

Yüz yüze eğitime kıyasla çok daha sınırlı olan uzaktan eğitimde ve canlı derslerde, örgün eğitimde uygulanan müfredatın bire bir aynısının verilmesinde neden ısrar edildiğini anlamak mümkün değildir. Eğitim müfredatında herhangi bir seyreltme ve azaltma yoluna gidilmemiş, yüz yüze eğitime göre hazırlanan müfredatın sınırlı süre içinde verilmesi mümkün olmamıştır. Müfredatla paralel olarak ders kitapları da uzaktan eğitime uygun olmadığından canlı derslerde normal ders kitaplarının kullanılması ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Etkileşimli kitapların yokluğu, uzaktan eğitime uygun basılı ve dijital materyallerin yetersizliği gibi sorunlar süreci daha da zorlaştıran etkenler olmayı sürdürmüştür.  

Gerek canlı derslerin planlamasında, gerekse EBA TV yayınlarında çocukların sosyal-toplumsal gelişimine, bireysel ilgi ve yeteneklerine yönelik çalışmalara yeterince yer verilmemiştir. Spor, sanat, müzik ve beden dersleri yok sayılmıştır. Okuldan uzak kalan öğrencilerin sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmaların yetersizliği, pedagog desteği sağlanmaması, gelişim çağındaki çocukların bu süreçte telafisi imkânsız zararlar görmesine neden olmuştur.

Eğitim Sen, uzaktan eğitimi kriz dönemlerinin “acil uzaktan eğitimi” olarak geçici ve görece destekleyici bir öğretim yaklaşımı olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Sendikamızın eğitime dair temel yaklaşımı “yüz yüze eğitimin esas olduğu”, acil uzaktan eğitimin ise kriz durumlarında, acil durumlarda öğrencileri uzaktan destekleyecek ve güçlendirecek bir öğretim yaklaşımı olduğu yönündedir. 2020-2021 eğitim öğretim yılı boyunca yaptığımız çalışmalar ve araştırmamızın bulguları da bu görüşümüzü desteklemektedir.

2020-2021 eğitim öğretim yılının ikinci yarısında eğitim kademelerine göre yaptığımız ve kamuoyu ile ayrıntılarını paylaştığımız bütün araştırmalar, Türkiye’de ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde sürdürülmekte olan uzaktan eğitimin yeterli ve etkili biçimde sürdürülemediğini, öğretmenlerin uzaktan eğitime ilişkin yargılarının oldukça olumsuz olduğunu göstermiştir. Uzaktan eğitimin koşulları oluşturulamamış ve ‘eğitim süreci devam ediyormuş algısı’ yaratılmıştır. Öğrencilerin çevrimiçi derslere katılımının düşüklüğü bu yargıyı büyük ölçüde desteklemiştir.

Eğitimde bütçe olanaklarının asıl olarak yüz yüze eğitime yönlendirilmesi son derecede önemlidir. Bununla birlikte salgının bulaş hızının arttığı dönemlerde uzaktan eğitime katılamayan dört milyon civarında çağ nüfusunun belirlenerek uzaktan eğitimleri için evlerde eğitim teknolojisi alt yapısının koşulları oluşturulmalıdır. Yoksulluğun çok katmanlı yaşandığı bu dönemde zorunlu eğitim çağındaki en kırılgan öğrenci kesimlerinin belirlenmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Bu kesimler, derin yoksulluk içinde bulunan evlerdeki çocuklar, evlerde toplumsal cinsiyet rollerine yönlendirilen kız çocukları, anadili farklı olan çocuklar, çalıştırılan çocuklar, mevsimlik işçilerin çocukları, göçmen çocuklar ve özellikle özel gereksinimli çocuklardır. Pandemi gibi kriz anlarında bu çocuklara uygun güçlendirici eğitim politikalarının geliştirilmesi son derece önemlidir.

Uzaktan öğretme sürecinde ortaya çıkan kayıplar her öğrencide farklı düzeyde yaşanmıştır. Yoksul ailelerimizin çocuklarında, mülteci çocuklarda, anadili farklı olan çocuklarımızda, özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarımızda öğrenme ve beceri kayıpları çok daha yüksektir. Her bölge, il ve ekonomik düzeye göre, tüm okullarda ayrı ayrı çalışma ekipleriyle bu kayıpların düzeyinin tespit edilmesi ve bilimsel veriler ışığında kapsamlı, uzun vadeli bir telafi programının hazırlanması gerekmektedir.

 ‘UZAKTAN EĞİTİM’ SÜRECİNDE EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN YAŞADIĞI SORUNLAR

Pandeminin başlangıcından bu yana geçen sürede AKP ve MEB alınması gereken tedbirler konusunda eğitim emekçilerinin ve eğitim bileşenlerinin talep ve önerilerine kulaklarını tıkamıştır. Okullarda görev yapan tüm çalışanların risk altında olduğu, bu nedenle kadrolu, sözleşmeli, ücretli öğretmen, memur, hizmetli ayrımı olmaksızın tüm eğitim camiasının derhal aşılama çalışmasına başlanması yönündeki çağrılarımız karşılık bulmamış, futbolculardan ve turizm çalışanlarının aşılanmasına gösterilen özen eğitim emekçilerine gösterilmemiştir. Bu duyarsızlığın bedelini çok sayıda eğitim ve bilim emekçisi hayatını kaybederek ödemiştir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği İSİG Meclisi, pandemi süresince en az 157 öğretmen ve idari personelin yaşamını yitirdiğini açıklamıştır. Özellikle eğitim emekçilerinin aşılama sürecinin gecikmesi, çok sayıda meslektaşımızın hayatını kaybetmesine neden olmuştur.

Türkiye’de uzaktan eğitim süreci, eğitim ve bilim emekçilerinin emeği ve yoğun çabası eşliğinde hayata geçirilmiştir. Eğitim ve bilim emekçileri, evlerini fiilen okul haline getirmiş, bilgisayar, internet erişimi, öğretim materyalleri gibi araçlar bireysel çabalarla sağlanmış veya satın alınmıştır. Yasalarla tanımlanmış sekiz saatlik çalışma süresi öğrencileri ve velileri desteklemek üzere daha uzun saatlere, akşam saatlerine ve hafta sonlarına kadar uzamıştır.

Okul çağında çocukları olan eğitim ve bilim emekçileri evde sessiz bir yer bulmak için büyük özverilerde bulunarak çalışmalarını sürdürmüştür. Bu çabalara karşın, özellikle kadın emekçilerin yoğun ev içi emeği, eğitim alanının genel görünmezliği durumunun uzantısı olarak daha da görünmez kılınmıştır.

Eğitim ve bilim emekçilerinin evdeki emek süreci ve karşılaştığı güçlükler hakkında bir çalışma yapmayan MEB, bu görünmezlik algısıyla öğretmenlere eğitim ve deneyimlerinin dışında kalan işler vermek gibi uygulamalara girişmiştir. Öğretmenlerimiz hafta içi uzaktan eğitim derslerini gündüz saatlerinde işlemekle birlikte, bir yandan saat 18.00’den sonra ve cumartesi günleri uzaktan eğitim dersleri için yoğun hazırlık ve ders uygulaması yapmak zorunda kalmıştır. Gece saatlerine veya hafta sonu günlerine canlı dersler konulmakta, öğretmenlerin kişisel yaşamı ihlal edilmekte, tatil günleri yok sayılmaktadır. Esnek çalışma, kuralsız çalışmaya döndürülmüştür.

Kamuda evden çalışma, dönüşümlü çalışma, uzaktan çalışma vb. gibi uygulamaların başlaması, eğitim ve bilim emekçileri açısından önemli tehditleri de beraberinde getirmiştir. Eğitim emekçileri bazı illerde pandemi gerekçesiyle ‘geçici görevlendirme’ ile zaman zaman polis kontrol noktalarında ateş ölçmek ya da kalabalık yerlerde bilgilendirme broşürleri dağıtmak için görevlendirilmiştir. Farklı illerde, eğitim emekçilerinin filyasyon ekiplerinde ya da çağrı merkezlerinde çalışmak için görevlendirildiği görülmüştür. Bu tür uygulamaların çoğu sendikamızın ve kamuoyunun tepkisi üzerine iptal edilmiştir.

Pandemi sürecinde eğitim alanında hayata geçirilmeye çalışılan esnek çalışma ve angarya uygulamaları salgın sürecinde sadece çalışma biçimlerinin değil, iş ve görev tanımlarının da ihtiyaca göre esnekleştirilmeye çalışıldığını göstermiştir. Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimde esnek çalışma uygulamalarının (evden çalışma, telafi çalışması vb.) kalıcı hale getirilmesi için hazırlıklar yapmayı sürdürmektedir.

Pandemi sürecinde seyreltilmiş sınıflarda yüz yüze eğitim kararı alınmasına rağmen gerekli öğretmen ve yardımcı personel atamalarının yapılmamış olması, hem öğrencileri hem de eğitim emekçilerini mağdur etmiştir. Bazı okullarda yeterli sayıda öğretmen bulunmadığından, ücretli öğretmenler görevlendirilmediğinden, tek sınıf öğretmenine birden fazla sınıf tanımlanmıştır. Okulların büyük bölümünde yeterli yardımcı personel olmaması eğitim öğretim hizmetlerinin aksamasına neden olmuştur. Okullarda, işyerlerinde, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinde çalışan eğitim emekçileri sağlıksız ortamlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır.

Yüz yüze eğitime kıyasla çok daha sınırlı olan uzaktan eğitimde ve canlı derslerde, örgün eğitimde uygulanan müfredatın aynısı verilmeye çalışılmış; müfredatta bir seyreltme ve azaltma yoluna gidilmemiştir. Müfredatla paralel olarak ders kitapları da uzaktan eğitime uygun olmadığından canlı derslerde normal ders kitaplarının kullanılması sorun yaratmıştır. Uzaktan eğitime uygun basılı ve dijital materyallerin yetersizliği gibi sorunlar öğretmenlerin işini zorlaştıran başlıca etkenler olmuştur.

Öğretmenlere hem uzaktan eğitimi uygulamak, hem de uzaktan eğitimde kullanılacak materyal geliştirme konusunda yeterince destek sağlanmamış olması, 2020-2021 eğitim öğretim yılının büyük ölçüde kayıp bir dönem olmasına neden olmuştur. Bu kayıp dönemin nasıl telafi edileceği ya da telafi edilip edilemeyeceği konusunda hiç de iç açıcı bir tablo bulunmamaktadır.

KAMU KAYNAKLARI ÖZEL OKULLARA AKTARILMAYA DEVAM EDİYOR

Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi verilerine göre, eğitimde 4+4+4 uygulamasının başlamasından bu yana devlete ait ilkokul sayısı 5 bin 369 azalmıştır. Aynı dönemde devlet okullarına giden öğrenci sayısındaki azalış ilkokulda 420 bin 602, ortaokulda ise 271 bin 261 olmuştur. Aynı döneme özel okul ve özel okula giden öğrenci sayısı açısından bakıldığında karşımıza bambaşka bir tablo çıkmaktadır.

2020-2021 eğitim ve öğretim yılı itibarıyla örgün eğitimin tüm kademelerinde toplam 14 bin 466 özel okul bulunmaktadır. 2002-2003 eğitim öğretim yılında özel okullarda okuyan öğrencilerin oranı sadece yüzde 1,9 iken 2019-2020 eğitim ve öğretim yılı sonu itibariyle özel okullarda kayıtlı öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranı yüzde 8,81’e ulaşarak tüm zamanların rekoru kırılmıştır. 2021 itibariyle örgün eğitim içindeki özel okul sayılarının toplam okul sayısına oranı ise yüzde 20,2’ye çıkmıştır. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, mecliste daha önce yaptığı bütçe sunuş konuşmasında 2021 yılında özel okullara toplam 891 milyon TL eğitim desteği verilmesinin planlandığını açıklamıştır.

Yukarıdaki tablo dikkatli incelendiğinde velilerin çocuklarını giderek daha fazla özel okullara yöneltmesinde devlet okullarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı ağır tahribatın belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle devlet okullarında yaygınlaşan yoğun dinselleşme pratiklerinin artması, zorunlu-seçmeli din dersleri uygulamaları, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar ve altyapı yetersizlikleri gibi pek çok neden birçok velinin çocuğunu özel okullara yönlendirmesini beraberinde getirmiştir.

Devlet okulları sorunlarla boğuşurken, 2020-2021 eğitim öğretim yılında kamu kaynaklarından özel okullara teşvikler devam etmiştir. 2020-2021 eğitim öğretim yılında destekler ilkokul 3. ve 4. sınıf, ortaokul 7. ve 8. sınıf ve ortaöğretim 10., 11.,ve  12. sınıf okul kademelerinde öğrenim gören öğrenci başına okullara verilmiştir. Buna göre; İlkokul 3 ve 4. Sınıf öğrencileri için öğrenci başına 4 bin 610 TL; Ortaokul 7. ve 8. Sınıf öğrencileri için öğrenci başına 4 bin 850TL; Ortaöğretim 10., 11., ve 12. Sınıf öğrencileri için öğrenci başına 4 bin 850 TL ödeme doğrudan kamu kaynakları üzerinden yapılmıştır. 

İktidarın özel okulları teşvik politikası içinde özel ortaöğretim kurumlarının ayrı bir yeri bulunmaktadır. Dershanelerin özel okullara/temel liselere dönüştürülmesi sürecinin de etkisiyle özel ortaöğretim kurumlarının sayısı 2019-2020 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştır.

İlkokul ve Ortaokulda Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları (Özel)

   

Eğitim Yılı

İlköğretim

Özel Okul sayısı

İlköğretim

Öğrenci Sayısı

İlköğretim

Öğretmen Sayısı

2011/’12

931

286.972

31.691

İlkokul

Ortaokul

İlkokul

Ortaokul

İlkokul

Ortaokul

2012/’13

992

904

167 381

164 294

20.546

18.926

2013/’14

1.071

972

184 325

182 019

21.273

21.459

2014/’15

1.205

1.111

203 272

208 424

22.194

23.016

2015/’16

1.389

1.555

232.039

278.089

25.908

31.288

2016/’17

1.324

1.481

213.113

288.766

23.108

28.775

2017/’18

1.618

1.869

233.740

321.779

28.966

37.593

2018/’19

1.808

2.060

262.164

338.046

32.667

41.437

2019/’20

1.982

2.351

274.018

347.495

33.514

42.944

4.333

621.513

76.458

Özel Ortaöğretimde Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları

Eğitim Yılı

Okul

Öğrenci

Öğretmen

2011/’12

885

138.164

19.386

2012/’13

1.033

156.665

22.378

2013/’14

1.433

196.663

29.040

2014/’15

1.603

240.171

31.113

2015/’16

2.504

373.394

49.898

2016/’17

2.618

514.480

52.569

2017/’18

2.989

559.838

63.451

2018/’19

3.589

581.693

74.572

2019/’20

3.882

557.472

75.576

Eğitimde 4+4+4 öncesinde Türkiye’de sadece 885 özel lise varken, son sekiz yıl içinde tamamen hükümet ve MEB işbirliğiyle özel lise sayısı tam 4 kattan fazla artmıştır. Benzer bir şekilde 4+4+4 öncesinde özel liselere giden öğrenci sayısı 138 bin 164 iken aradan geçen süre içinde 4 kat artış göstererek 557 bin 472’ye yükselmiştir.

Özel Mesleki ve Teknik Ortaöğretimde Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayısı

Eğitim Yılı

Özel Ortaöğretim Sayısı

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

2011/’12

45

4.348

689

2012/’13

126

17.854

2.181

2013/’14

426

54.153

7.472

2014/’15

429

75.890

7.660

2015/’16

419

99.217

8.604

2016/’17

372

111.720

7.771

2017/’18

383

109.113

8.873

2018/’19

413

107.228

9.278

2019/’20

401

108.918

8.881

Eğitimde 4+4+4 öncesinde, 2011-2012 eğitim öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken, kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı 9 kat artmış ve 2019/’20 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle bu sayı 401 olmuştur. Aynı dönemde özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise yaklaşık 25 kat artış göstererek 4 bin 348’den 108 bin 918’e yükselmiştir. Özel meslek liselerinde ve teknik liselerde okul sayısı 9 kat artarken öğrenci sayısının 25 kat artmış olmasının en temel nedeni, MEB’in özel mesleki eğitime yönelik okullaşma politikasının yanı sıra, özel mesleki ve teknik liselere giden öğrenci başına değişen miktarlarda doğrudan parasal destek sunulmasıdır.

MEB, eğitimin gittikçe daralan kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalışırken, öğrenci ve velileri açıkça özel okullara yönlendirme politikasını sürdürmektedir. Özellikle 4+4+4 düzenlemesi sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara göndermesi, teşvik politikaları ile özel okul sayılarının ve bu okullara giden öğrenci sayısının ciddi anlamda artmasını beraberinde getirmiştir.

MEB’in özel okulların sorunları devlet okullarından daha fazla önemsediği bir dönemde, Özel okullara Türkiye Özel Okullar Derneği (TÖZOK) verilerine göre, salgınla birlikte yaklaşık 300 bin öğrenci özel okullardan kaydını sildirmiştir. Pandemi sürecinde resmi verilere göre 636, TÖZOK’a göre yaklaşık bin özel okul kapanmış, 5 bine yakın eğitim emekçisi işsiz kalmıştır. Henüz işini kaybetmeyen özel okul öğretmenlerinin önemli bir bölümü kısa çalışma ödeneğiyle birlikte salgının ağır faturasını ödemeye zorlanmıştır.

MEB, devlet okullarının yıllardır çözüm bekleyen yapısal sorunlarını çözmek, okulların ödenek ihtiyaçlarını karşılamak yerine, kamu kaynaklarını özel okullara aktarma politikasını sürdürmeye devam etmiştir. Özellikle 4+4+4 dayatması sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara gönderme oranı belirgin şekilde artmıştır.

MEB, devlet okullarına ihtiyacı kadar ödenek ayırmayıp, eğitimin finansmanı için elini velilerin cebinden çıkarmazken, imam hatip okulları söz konusu olunca bütün bütçe kaynaklarının adeta seferber edilmesi dikkat çekicidir. Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye’de kamusal eğitim sadece imam hatip okulları için geçerliyken, devlet okullarında yaşanan ticarileştirme uygulamaları velilerin cebinden yapmış olduğu eğitim harcamalarının her yıl artmasına neden olmayı sürdürmektedir.

İMAM HATİP OKULLARINA İKTİDAR DESTEĞİ DEVAM EDİYOR

AKP iktidarının eğitimin en temel sorunlarına çözüm üretmek yerine, yıllardır siyasal olarak istismar ettiği imam hatiplerin sayısını arttırma derdine düşmesi, bazı il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin yazılı ve sözlü talimatları ile öğrencilerin imam hatiplere yönlendirilmesiyle imam hatip sayısı yıllar içinde hızla yükselmeye başlamıştır.

İmam Hatip Ortaokulu Sayıları (İHO)

Bağımsız İHO

İHL içinde İHO

Toplam İHO

Öğrenci Sayısı

2012/’13

730

369

1.099

94.467

2013/’14

946

415

1.361

240.015

2014/’15

1.219

378

1.597

385.830

2015/’16

1.622

339

1.961

524.295

2016/’17

2.326

345

2.671

651.954

2017/’18

2.859

427

3.286

723.108

2018/’19

2.847

547

3.394

761.785

2019/’20

2.822

615

3.437

777.439

2012-2013 eğitim öğretim yılında 730’u bağımsız, 369’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1.099 imam hatip ortaokulu varken 2019/’20 eğitim-öğretim yılı sonu itibariyle 2 bin 822’si bağımsız, 615’i imam hatip lisesi bünyesinde olmak üzere toplam 3 bin 437 imam hatip ortaokulu bulunmaktadır. İmam hatip ortaokullarında okuyan toplam öğrenci sayısı 2012-2013 eğitim öğretim yılında 94 bin 467 iken, 2019/’20 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle 8 kat artarak 777 bin 439 olmuştur. Bu artışın en önemli nedeninin MEB’in imam hatip ortaokullarına yönelik okullaşma politikası olduğu açıktır.

   İmam Hatip Liseleri (İHL) ve Okuyan Öğrenci Sayısı

Eğitim Yılı

Öğrenci Sayısı

Okul Sayısı

2002/’03

71.100

450

2003/’04

90.606

452

2004/’05

96.851

452

2005/’06

108.064

453

2006/’07

120.668

455

2007/’08

129.274

456

2008/’09

143.637

458

2009/’10

198.581

465

2010/’11

235.639

493

2011/’12

268.245

537

2012/’13

380.771

708

2013/’14

474.096

854

2014/’15

546.443

1.017

2015/’16

555.870

1.149

2016/’17

506.516

1.452

2017/’18

514.806

1.604

2018/’19

498.002

1.623

2019/’20

495.659

1.650

4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim öğretim yılında 537 imam hatip lisesinde (İHL) 268 bin 245 öğrenci varken 2019/’20 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle İHL sayısı bin 650’ye, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 495 bin 659’a yükselmiştir. 2019/’20 eğitim öğretim yılı itibariyle açık öğretim imam hatip lisesinde okuyan 107 bin 160 öğrenciyi de eklediğimizde, Türkiye’de İHL’lerde okuyan öğrenci sayısı, toplamda 602 bin 819 (önceki 605 bin 869) olmuştur.

Çok sayıda devlet okulunda kalabalık sınıf sorunu varken, yeterli talep olmamasına rağmen İHL yapımına devam edilmesi büyük bir çelişkidir. Türkiye’de imam hatip okullarında okuyan toplam öğrenci sayısı MEB’in üstün gayretleri ve devletin bütün imkânlarını seferber etmesi sonucunda 1 milyon 380 bin 258’e çıkmıştır.

MEB, kamu okulları karşısında özel okullara her fırsatta ayrıcalık tanırken, benzer bir durum imam hatip okulları için de geçerlidir. Fiziki altyapı sorunları en az olan, teknik olarak en donanımlı okullar imam hatibe dönüştürülmüştür. Yıllardır çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği nedeniyle birçok sorunla baş başa bırakılırken, imam hatip okullarının ödenek talepleri anında yerine getirilmiştir.

Bugüne kadar özel okullar ve imam hatip okulları konusunda eğitimle ilgili hemen her konuda ayrımcılık yapmayı kendisine görev edinmiş olan MEB, bu konuda da ayrımcı uygulamalarını sürdürmüştür. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, MEB politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.

MEB BÜTÇESİ VE EĞİTİM YATIRIMLARININ DURUMU İÇLER ACISI

MEB bütçeleri, her yıl eğitim sisteminin, öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin ciddi sorunlar yaşadığı en temel ihtiyaçların görmezden gelindiği, sadece zorunlu harcamalar dikkate alınarak hazırlanmaktadır. Yıllardır eğitime ayrılan kaynaklar sadece rakamsal olarak artmakta, doğrudan eğitim hizmetlerine yönelik yatırımlar açısından bütçelerde gerçek anlamda bir artışın yapılmadığı görülmektedir. Özellikle pandemi döneminde yaşanan teknik ve altyapı sorunları nedeniyle eğitime ek bütçe taleplerimiz kabul görmemiştir.

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesinde Bilgi Güvenliği ve Siber Güvenlik Farkındalık Eğitimi Gerçekleştirildi Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesinde Bilgi Güvenliği ve Siber Güvenlik Farkındalık Eğitimi Gerçekleştirildi

19 yıl içinde MEB bütçesinin milli gelire oranı çok az artmış olmasına rağmen, belirlenen rakamlar ihtiyacın çok altında kalmış ve eğitim harcamalarının esas yükü, eğitimi adım adım ticarileştirme ve kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmasının da etkisiyle büyük ölçüde velilerin sırtına yıkılmıştır.

2002-2021 yılları itibarıyla MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın gelişim seyri, her fırsatta “Bütçeden en çok payı eğitime ayırdık” diyenlerin halkı nasıl kandırdıklarının, eğitime ayrılan bütçenin ne kadarının yatırıma ayrıldığını gizlemeye çalışarak gerçekleri nasıl çarpıttıklarını açıkça göstermektedir.

MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan bu rakam 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay geçen yıla (yüzde 4,65) göre artmış (yüzde 7,69) gibi görünse de, 19 yıl önceki oranının çok gerisindedir. Bugüne kadar hazırlanan MEB bütçelerinin bizlere gösterdiği en açık gerçek, eğitimde yaşanan yoğun ticarileşme sürecinin, artarak devam edeceği, velilerin cebinden yapacağı eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artacağıdır. 

Eğitim, devredilemez ve vazgeçilemez kamusal bir haktır. Bu alanda yapılan çeşitli araştırmaların da gösterdiği gibi, devlet okullarında paralı eğitim uygulamaları yaygınlaştıkça, en düşük gelir grubunda bulunanların gelirleri içinde eğitim harcamalarına ayırmak zorunda oldukları pay artmaktadır. Bu koşullarda devlet okullarında eşitsizlikleri derinleştiren örnekler, var olan toplumsal eşitsizlikler doğrultusunda okulları ayrıştırmaya neden olmakta zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturmanın önü açılmaktadır.

Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedeflemekte, toplumdaki sınıf farklılıklarını daha da belirgin hale getirmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler, birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitim hizmetleri piyasa kurallarına göre düzenlenmektedir. Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal yarar ilkesi gözetilerek planlanması ve değerlendirilmesidir.

GÜVENCESİZ İSTİHDAM, ESNEK ÇALIŞMA VE ANGARYA UYGULAMALARI

Türkiye’de uzaktan eğitim süreci, eğitimde esnek ve güvencesiz çalışma uygulamalarının yaygınlaştırılması için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Yasalarla tanımlanmış sekiz saatlik çalışma süresi öğrencileri ve velileri desteklemek üzere daha uzun saatlere, akşam saatlerine ve hafta sonlarına kadar uzamıştır. Okul çağında çocukları olan eğitim ve bilim emekçileri evde sessiz bir yer bulmak için büyük özverilerde bulunarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu çabalara karşın, özellikle kadın emekçilerin yoğun ev içi emeği, eğitim alanının genel görünmezliği durumunun uzantısı olarak daha da görünmez kılınmıştır.

15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden kullanılarak sözleşmeli öğretmen atamaları yapılmaya başlanmıştır. Öğretmen atamalarında mülakat ve sözleşmeli istihdam uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilmesini beraberinde getirmiştir. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte eğitimde güvencesiz istihdama kapı aralanması sağlanmıştır. Sayıları 118 bini bulan sözleşmeli öğretmenlerin mazerete dayalı tayin hakkı sorunu sürerken, 3 yıl +1 yıl sözleşmeli istihdam düzenlemesi var olan sorunları daha da derinleştirmiştir.

Ülke çapında görev yapan ve tamamı yakını asgari ücretin altında ücret alan ve sigortaları 13-15 gün üzerinden yatan ücretli öğretmen sayısı ise 90 bine yakındır. Yıllardır fiilen uygulanan ücretli öğretmenlik gerçekliği önümüzdeki temel sorunlardan birisi olması nedeniyle eşit işe eşit ücret hakkının ve tüm özlük mesleki hakların bütün öğretmenler için uygulanması gerekmektedir.

Sözleşmeli öğretmenlik mülakatında sorulan ve öğretmenlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ve basına da yansıyan siyasi içerikli sorular üzerinden KPSS’de yüksek puan alan çok sayıda öğretmen adayının elenmesine neden olmuştur. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamu istihdamında benimsenen güvencesiz/sözleşmeli istihdam uygulamalarının yaygınlaşması, ‘Güvenlik soruşturması’ adı altında yapılan elemeler, mülakat sınavlarında siyaseten muhalif görülen, iktidarın eğitim politikalarına onay vermeyen, onun istediği şekilde yaşamayan ve düşünmeyenlere yönelik olarak benimsenen ayrımcı tutumların sürdürülmesi, öğretmen alımı ve istihdamında ciddi sorunların yaşanmasını beraberinde getirmiştir.

Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitime yeterince faydasının olması mümkün değildir. Eğitimin niteliği düşünülüyorsa sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir.

Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLER SORUNU VE EMEKLİ OLAN ÖĞRETMENLER

Türkiye çapında eğiti öğretim hizmet kolunda görev yapan 974 bin 837 öğretmenin (87 bin 741’i eğitim yöneticisi) yüzde 71’i (693 bin 22) son 19 yıl içinde atanmıştır. Aynı süre içinde KPSS’ye giren her 100 öğretmenden sadece 16’sının ataması yapılmış, geriye kalan 84 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin zorunlu olarak meslekleri dışında işler yapmaya zorlanması ve meslekleri ile ilgisi olmayan alanlarda çalışmak zorunda bırakılması Türkiye için utanç vericidir.

Son 19 yıl içinde atanan öğretmenlerin yüzde 71’i AKP hükümetleri döneminde göreve başlamış olmakla birlikte, aynı dönemde 245 bin 684 deneyimli öğretmen emekli olmuştur. Öğretmenlerin emeklilik oranları 2008 yılına kadar yüksek seyrederken, 2008 yılında sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklik sonrasında emekli aylıklarındaki ‘aylık bağlama oranı’nın düşürülmesinin ardından emeklilik sayılarında belirgin bir azalma yaşanması dikkat çekicidir. Bu durumun temel nedeni öğretmenlerin çalışırken aldıkları maaşın, emekli olduklarında yarı yarıya azalıyor olmasıdır.

15 Temmuz darbe girişimi öncesinde emeklilik dilekçesi vermiş olan öğretmen sayısının 9 bin 943 olmasına rağmen, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve KHK’lerin de etkisiyle 2017’de yüzde 68 gibi yüksek bir oranda artarak 14 bin 548’e çıkmış olmasıdır. 2019 yılında sözleşmeli olarak ataması yapılan öğretmen sayısı 41 bin 379 iken, emekli, vefat, istifa vb nedenlerle öğretmenlik mesleğinden ayrılanların sayısı 15 bin 19’dur (13 bin 182 emekli, bin 837 istifa, vefat vd.).

Nitelikli bir eğitimin gerçekleştirilebilmesi için öğretmenlerin yetiştirilme ve atanmaları süreci planlı bir şekilde işletilmeli, giderek büyüyen ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülmelidir. Kadrolu olarak atanmak isteyen öğretmen arkadaşlarımızın talepleri yerine getirilmeli, yapısal bir sorun haline gelen öğretmen açıklarını kapatmak için gerekli adımlar derhal atılmalıdır.

Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Eğitimde yaşanan nitelik bozulmasının bir nedeni de, öğretmen alımında güvencesiz istihdam politikalarının benimsenmesidir. Bütün öğretmenlerin kadrolu çalışması sağlanana kadar, en azından bugün için sözleşmeli ve ücretli öğretmenlere yönelik ayrımcı ve hukuksuz uygulamalardan vazgeçilmelidir.

Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitim sistemine faydasının olmadığı geçmiş uygulamalarla somut bir şekilde görülmüştür. Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

SONUÇ

2020-2021 eğitim öğretim yılında eğitim alanında yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek için gerekli adımları atmaktan geri durduğunu göstermiştir.

Pandemi nedeniyle uygulanan uzaktan eğitim ile ilgili sorunların çözümü için gerekli adımların atılmadığı, eğitim alanında yaşanan yapısal sorunlara kalıcı çözümler üretilmediği görülmüştür. Eğitime erişimde yaşanan sorunlar başta olmak üzere eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.

Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılamasını, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.

Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız değildir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, milliyetçiliğin, ayrımcılıkların ve inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçileri olarak kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Editör: TE Bilişim