Çoğumuz hayatı kendi yaşam tecrübelerine göre bölümler halinde sınıflandırıp oluşturduğu deneyimler eşliğinde ayrı isimlendirir, kafasında oluşturduğu şablona göre.

Hepimizin bir şekilde yaptığı bu yaşam sınıflandırmalarının dışında bana sorulacak olursa ”hayatı nasıl sınıflandırırsın” diye, vereceğim cevap her zaman hazır olmuştur. Çocuk sahibi olmadan önce ve çocuk sahibi olduktan sonra olmak üzere, ikiye ayırırdım şeklinde.

Çocuk sahibi olmadan önceki hayat bizlere, kendimize vakit ayırıp kendimiz için yaşama imkânı sağlarken, çocuk sahibi olduktan sonra ise onlar için var olup, onların ihtiyaçlarını karşılayarak kendimiz dışındakiler için yaşayabilmeyi önceliğimiz arasına alırız.

Ama şu aralar öyle bir durumla karşı karşıya kalmış bulunuyoruz ki çocuk merkezli aileler haline geliyoruz. O da hemen çocuğumuz doğar doğmaz onunla ilgili hedefleri belirleyip kurgulamakla başlıyor. İsim seçimiyle başlayan ve daha sonraki yıllarda kendi beklentilerimizi çocuğun hedefiymiş gibi algılama yanılgısının içine düşüveriyoruz. Çocuğumuza yardımcı olmakla onun adına karar vermek arasındaki ince çizgi arasında kalıveriyoruz. Çocuğun koyduğu hedef birde bizim dışımızda gelişip şekillenmeye başlıyorsa, o zaman ailelerde bir telaşın içine düşüveriyor. Ama bir şey var ki gözden kaçırdığımız, genelde çocuklarımızın biz ebeveynleri çok iyi izlediği.

 Bu izlemelerin en büyük avantajı ise çocuklarımıza model olma şansını bire bir yaşatması.

Yani anlayacağınız çocuğumuza hedef koymadan önce kendimize hedef koymanın gerekliliği.

Daha yürümeyen bir çocuğun koşmasını beklemek anlamsız olacağına göre, beklentilerimiz çocuğun yetenekleri, yaşı, zihinsel ve fiziksel gelişimi ile doğru orantılı olmalı. Ana dilini konuşamayan bir çocuğa yabancı dil öğretmeye çalışmanın, ebeveyn çocuk arasındaki bağlanma sürecini olumsuz etkileyeceğini gözden kaçırmamak gibi.

Hani dedik ya; çocuğun geleceğini kurgulamaya çalışıyoruz, burada çocuğun özellikleri ve kendi isteği de önemli diye. Doğal olarak bizlerinde biraz uğraşması gerekiyor.

Ana- babalar uğraşmazsa işler kendiliğinden olmaz. Onun için çocuğun kendi kararını vermesinde ve kararın sorumluluğunu almasında yardımcı olmak gerekir, tabi ki onu dinleme yoluyla.

Bu arada duygu paylaşımı artacağından, yapmak istediğini kontrol etme imkânına da kavuşuruz. Ebeveyn olarak yaptığının hemen akabinde onun başarılarını önemseyip, takdir etmek, üstüne de kutlamak gerekir ki bunu da göz ardı etmemeliyiz.

Fakat dikkat edilmesi gereken bir şey var ki, çocuklarımızın hedefe ulaşmak yolunda karşılaşacağı engelleri doğrudan ortadan kaldırmak ve onun bunları göğüsleyerek mücadele etme yeteneğini geliştirmemek. Çünkü bu doğrultuda yapılacak yardım (hazır bilgi sunmak gibi) onu kolaycılığa itecektir ki, bu da istenmeyen bir durumdur.

Velhasıl ana- baba olmak kolay değil.

Sizin dışınızda var olan, sizinle beraber her şeyi ile hissettiğiniz evladınızın geleceğini oturtmak, elbette tüm ebeveynlerin hakkı.

Ama onun gelişmesini, kendine güvenmesini engellemeden, mücadele yeteneğini arttırıp, istediğini elde etmesine tabi ki mani olmadan.