Suriyeli mülteciler üzerinden savaşın tüm vahşetini gün be gün yaşamaktayız. Savaş sınırlarımızın ötesinde veya yanı başında değil can evimizde. Ülkemiz sınırlarını bilinen bilinmeyen tüm yöntem ve araçlarla aşarak canlarını IŞİD ve benzeri belalardan kurtarmak için yollara düşüp dağlar aşıp ülkemiz şehirlerine gelen mültecilere yüz yüze gelindi mi savaşın cehennemi yüzünü yüzlerinde görmekteyiz.
 
       Şu anda ülkemizin neresine giderseniz gidin hemen her yerde savaşta ailelerini kaybetmiş Suriyeli çocuklardan oluşan topluluklara, kentin buldukları sakin köşelerinde yatıp kalkan ailelere rastlarsınız. Savaşın o korkunç soluğunu ensenizde hissetmenize neden olan varlıklarıyla Suriyeliler, ülkemiz Kürdistanındaki kirli savaş yıllarında köyleri boşaltılarak bir anda kentlerin bağrına adeta fırlatılan Kürt köylülerinin oluşturduğu tablonun bir benzerini hatırlatıyor insana.
 
       İçiniz kanayarak, “Acaba yerinden yurdundan edilmiş olmasaydılar şimdi ne yapar, nasıl yaşarlardı?” diye düşünüyorsunuz, onları bu hale getiren kan emicilere duyduğunuz hıncın mide bulantısına dönüştüğünü hissediyorsunuz. O kadim sorunun bir kez daha yüreğinizi ve bilincinizi burka burka içinizde dolaştığını duyumsayarak: “Bu düzeni kim kurmuş, kim ve neden bu sınırları çizmiş, bu savaşları çıkarmış?” Diye sormadan edemiyor insan.
 
       Bir anda aklınıza gelebilecek her şeyini kaybetmiş olmanın ağır travmalarıyla sarsılmış bir halkın, canını buralara atmış kısmının sokaklardaki varlığı en başta onlar gibi emekçi ve yoksul olanları irrite ederken, devlet erkânı bu yeni kartını (toplumun zehirlenmesi için) denetimli bir şekilde taze tutmaya çalışıyor. İşçi ve emekçilerin işsizlik-yoksulluk-yoksunluk kırbacı altında ezilen varlıklarının nedenlerinden biri haline getirilecek yeni günah keçileri olan Suriyeliler için bizzat devletimizin Valisi açıyor ağzını yumuyor gözünü. Suriyelilerin en yoksul ve çaresizlerinin savruldukları insanlık hali onun tarafından sınıfsal bir tasniflemeye dönüşüyor: “Bu durumdan sadece İstanbullular değil, İstanbul'da kalan Suriyeliler de rahatsız oluyor. Suriyeli temsilciler bizlere gelerek, 'Bunlar bizim buradaki Suriyeli misafir olma imajımızı zedeliyorlar. Bu imaj bütün Suriyelileri olumsuz etkiliyor' diyorlar. Diye demeç vere biliyor.
 
        Şu anda inşaat, mevsimlik tarım işi, temizlik, maden, deri... Gibi sayısız işkolunda kayıt dışı olarak istihdam edilen Suriyeli sayısı giderek çoğalıyor. Sömürücüler onlara normal bir işçinin aldığı ücretin neredeyse yarısına en tehlikeli ve pis işlerini yaptırıyor. Bununla da kalmayarak onların varlığı üzerinden sınıfın diğer bölüklerini kölece çalışma koşullarına rıza gösterecek bir kıvama gelmeye zorluyorlar. Sınıf içinde yeni bir gerilim unsuruna dönüşen Suriyeli işçilerin varlığı çeşitli illerde toplumsal patlamalar biçimini alıyor, bu patlamaların esas zemini olması gereken emek-sermaye karşıtlığı giderek belirsizleşirken, öne çıkan emek-emek karşıtlığı olmaya başlıyor. 
 
       Son bir haftadır İzmir’de yaklaşık 30 bin işçinin çalıştığı  Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde olup bitenler ya da Antep'te yaşanan linç girişimleri (bu ilde 350 bin Suriyeli göçmen var) bunun somut ifadesidir. Bu iki örnek dışında alttan alta yaşananlar ve toplumsal yaşamın tümüne sirayet eden karşıtlık da sorunun gelecek açısından nasıl bir risk oluşturduğunu gösteriyor. 
 
       İlimiz Niğde ye gelen mültecilerle yaptığım görüşmeler de çalıştırılma koşulları ve aldıkları ücretler kelimenin tam anlamıyla sefalet ücreti olduğunu göstermekte. Suriyelilerin çalışma koşullarına dair anlatımları ise zengin kapitalistlerin o kan emici karakterinin yeniden yeniden kavranması için oldukça çarpıcı veriler sunuyor. Her açıdan çaresiz insanların köleler gibi çalıştırılmaları bu kan emici sınıfa mahsustur! Yanıcı maddelerin bulunduğu atölyelere doldurularak normal işçi ücretlerinin yarından bile az bir parayla çalıştırılan Suriyeli işçileri iliğine kadar soğuran bu vampirler sürüsü zenginleşme suretinin en iğrenç biçimini oluşturmaktadırlar. Ülkemiz işçi sınıfının asıl olarak bu sureti tanımasının sağlanması, tepki ve öfkeyi işçi sınıfının kolektif çıkarları ve talepleri temelinde bu güruha yöneltmeleri sınıf düşmanlarımızın hesaplarını tersyüz edecek yegâne yoldur.
 
      Ekonomi cephesinde yaşanan tıkanmaların önümüzdeki dönemde yeni bir krizi tetikleyeceğinin beklendiği günümüz koşullarında, sınıf içinde Suriyelilere karşı yaşanacak provokatif saldırılara karşı sınıf kardeşlerimizi uyarmalı, bu türden saldırıları kimin değirmenine su taşıdığını iyi anlatmalıyız.  Ülkemiz işçi sınıfı bölgesel-mezhepsel-etnik kimlik olarak ayrıştırılmak istenirken bir de mülteci işçiler üzerinden ayrışmaya gidilmesi ülkemiz işçi sınıfı mücadelesine olumsuz katkı sunacağı gözlerden kaçırılmamalıdır.