Son dönemde “yaşam alanı” diye pazarlanmaya başlanan konut projelerinin tanıtımlarındaki ortak vurgular;

İstanbul’un/Ankara’nın göbeğinde kuş sesleri…

Mis gibi orman havası…

Toprak kokusu…

Parklar… Bahçeler…

“Deniz” gelmiş, “nehir” gelmiş, “göl” gelmiş mesela beton bloklar arasına…

Sanırsın “site” değil “milli park” yapıyorlar; envai çeşit hayvan…

Bahçelerinizde organik domates, biber yetiştirme imkanı…

Şaka gibi!

Yav arkadaş, madem bu kadar tabiat dostuydunuz, madem pencereyi açtığınızda iki ağaç görebilmek için astronomik ücretleri ödemeyi, ömür boyu borçlanmayı göze alacaktınız ne diye kast ettiniz bu güzelim memleketin havasına, suyuna, toprağına…

Yeşil alanları türlü entrika/rant ittifakıyla gasp edip oralara diktiğiniz beton blokları satabilmek için yeşille süslüyorsunuz şimdi!

Nereden baksan tutarsız;

Nereden baksan ironik;

Nereden baksan trajik!

Tam olarak şunu diyorlar:

Doğal hayatı katlederek doğal hayat inşa ediyoruz; üzerine de para vermenizi bekliyoruz; alır mısınız?

***

“Üç-beş ağaca” kalkan oldu diye canından olan çocukların ülkesi olmasa burası, daha birkaç gün önce Cerattepe’de deşmemiş olsanız memleketin ciğerlerini hadi inanalım da;

Öldü bu ülkede çocuklar “üç beş ağaç” uğruna; öldürüldü…

Betonlaştırmak için meydan okumaya kalkıştığınız tabiat intikama kalkınca ocaklar söndü, kayan toprak, taşan dere, çöken yollar ocaklar söndürdü…

Onun için…

Dost tavsiyesi;

Aklımıza hakaretten bir gram ötesini çağrıştırmıyor bu “doğal hayatın ortasındaki konut” güzellemeleri…

*******

“Ayıp”…

——

Bir kısım “gazeteci” diyor ki;

“Ahmet Altan kaçmadığı halde ‘yakalandı’ diye başlık atmak ayıptır…”

Öyleyse…

Bu bir/aynı kısım “gazeteci” haklarında “yakalama” kararı çıktığını öğrenir öğrenmez resmi görevleri dolayısıyla bulundukları ABD’den, Hindistan’dan, Afrika’dan “teslim olmaya” gelip de “kaçma şüphesi var” diye tutuklanan komutanlar hakkında, dokuz sütuna “yakalandılar” manşetleri atılırken niçin seslerini çıkarmadılar acaba?

“Ayıp” değil mi!

******

“Ali Tatar’ın ahı” diye bir şey varsa…

—–

Ahmet Altan yeni kitabının PR’ı sırasında “kumpas” sürecinde uğradığı iftiraları kaldıramayarak, hakkında yeniden yakalama kararı çıktığını öğrendiğinde intihar eden Ali Tatar için “Biz onunla ilgili, onu intihara sevk edecek bir şey yapmadık” deyince, kumpas şehidinin ağabeyi Ahmet Tatar, Altan’a şöyle seslenmişti:

“.. senin yalanda ısrarın ve bunu diklenerek, dillendirmen artık insanlığa karşı suç niteliğine bürünmeye başladı.

… Onurlu, erdemli insanlar, sonuçları ne olursa olsun hata yaptıklarını anladıklarında bunu itiraf edebilen, gerektiğinde mağdurlar önünde diz çökebilen insanlardır.”

***

“Ali Tatar’ın ahı” diye bir şey varsa tuttuğunun resmidir Altan’ın özgürlükle-tutsaklık arasında mahkum edildiği “git-gel”…

***

Serbest kalmasının üzerinden bir tam gün bile geçmeden hakkında yeniden yakalama kararı çıkınca, Ahmet Altan bir an olsun Ali Tatar’ı getirmiş midir dersiniz aklına?

Getirmiş ve yıllar boyunca kutsadıkları “empati” müessesesine başvurarak diz çökebilmiş midir yaptıklarını -en iyimser tanımla- “hata”lar sonucu ölümüne sebebiyet verdikleri insanların hatıraları karşısında?

******

Gezici festival…

—–

Festivalde altıncı gün…

“Engelsiz Sinema” ve “Öğrenci Filmleri”nden bahsettik ama “sanat”ı dağlara taşlara taşıyan bir emek destanını atladık dün 23. Uluslararası Adana Fil Festivali notlarında;

“Gezici Sinema”

Şehir merkezinde sinema salonlarında gösterilen filmler, gezici sinema işlevi gören tırlarla bir hafta boyunca Toroslar’ı dolaşıyorlar… Dağ köylerinde, merkeze uzak ilçelerde yaşayan Adanalılar da yemişlerini, gazozlarını alıp açık havada hem “güzel zamanlar”a nostaljik bir yolculuk yapıyorlar, hem de o tırlarda açılan perdeden Toroslar’ın ardındaki bambaşka dünyaları izleyip -muhtemeldir ki- “çok şükür” diyorlar;

Koruyabildiğimiz “gerçekliğimize” çok şükür!