İktidar “demokratik açılım” yaptı. Habur’da mer’i yasaları hiçe saydı. MİT terör örgütüyle -yani sözüm ona savaştığı insanlarla- barışı konuştu. İlişki kurdu. Oslo’ya temsilci götürdü. Öcalan’a “Sayın” dedi. Muhataplarına İmralı’dakinin sağlık durumu hakkında rapor verdi. Sivil, siyasi ve demokratik çözüm için mesai üstüne mesai yaptı. Bütün bunları “anneler ağlamasın” diye yaptı!
Öyle ya devletin ya da devletlûnun hikmetinden sual olunmaz. Muhteremlerin mutlaka bildikleri bir şeyler vardır. Sıradan yurttaşların bilmedikleri ve bilemeyecekleri nedenlerle devleti temsil makamında olanlar, terörist gruplarla görüşürler, konuşurlar ve canları isterlerse de anlaşırlar.
Tamam bütün bunlar olsun! Hatta devlet, yalnız PKK ile değil herkesle görüşsün! İstihbarat örgütleri de yalnız teröristlerle değil uyuşturucu baronlarıyla da görüşsün! Çünkü ‘savaşma görüş’ tamı tamına barışçı bir slogandır. Maksat kan dökülmesini engellemek ise şeytanla da görüşülsün! Söylendiğine göre Türkiye’deki MİT, görüşmek için halk edilmiştir.
Ancak burada bir sorun var: O da görüşmede bir tarafın (devletin) “görüşmeye mecburuz!” “başka çare yok!”, “analar ağlamasın!” moduna girmesidir.  Böyle bir durum terör organizasyonlarının elini güçlendirmesini sağlayacaktır. Bu da görüşmekten başka çaresi olmayan kesimin dayatmalara muhatap olması sonucunu doğuracaktır.
Bu durumda muhatabının zayıf yanını, hassasiyetlerini ve mecburiyetlerini bilen taraf var gücüyle karşı tarafa taleplerini dayatacaktır. Bu durumda kendini güçlü hisseden taraf, ya şartlarımızı kabul ederseniz ya da “ananızı ağlatırız” diyecektir.
Taraflar bu şekilde konuşlanınca, kendini güçlü gören örgüt temsilcileri, şu şartları yerine getirirseniz “eylemsizlik” kararı alırız ya da şartlarımızı yerine getirmezseniz “eylemsizliği sona erdiririz” dayatmasında bulunacaklardır.
Diğer yandan masaya oturan taraflardan birisi hem (terörist) eylem yapıyor hem de siz onunla masada oturmaya devam ediyorsanız, bu takdirde onun gücünün gölgesindesiniz demektir. Bunun anlamı terörist örgütün ‘rehine’si haline gelmektir.
Ayrıca terör örgütünün temsilcileriyle görüşmelerin Oslo’da beşincisi yapıldığına göre bu görüşmeler en az dört-beş senedir sürüyor olmalıdır. Beş senedir de terörist eylemler şu ya da bu biçimde devam etmektedir. Terörist örgüt temsilcilerinin, devletin kendilerini muhatap almasının verdiği pervasızlıkla sürekli bir biçimde devletin reflekslerini test ettiği anlaşılıyor.
Oslo’da PKK’nın Avrupa kanadıyla veya İmralı’da müebbet hapse mahkûm zatla devlet (!) adına görüşenlerin, muhatap aldıkları terör liderlerine devlet adına birtakım sözler vermiş ve devleti taahhüt altına sokmuş oldukları anlaşılmaktadır. Verilen sözlerin ya da taahhütlerin yerine getirilmediğini ileri süren terör şebekeleri, istedikleri an devlete karşı eyleme girişmektedir.
Son terörist eylem üzerine Şerafettin Elçi’nin Habertürk gazetesine yaptığı açıklama, bu bakımdan ibret vericidir. Elçi’ye göre Öcalan ile hükümet adına görüşenler -hükümetin yalanlamadığı- bir protokol hazırlamışlar. Başbakan Erdoğan bu protokolü ‘bu kadarı da olmaz’ diyerek imzalamamış ve... Kandil bu sonucu duyar duymaz kan dökmeyi hızlandırmış. Bu durum terörist organizasyonla pazarlığın ne denli tehlikeli, bugünlere oranla ne kadar ağır sonuçlar verebileceğinin kanıtıdır. Adamlar, devlet karşısında  “barışsa barış, savaşsa savaş” diyecek kadar kendilerini güçlü görüyorlar.
Önümüzdeki süreçte PKK pazarlıkta dayatmalarına olumlu sonuç alamazsa daha çok kan dökmeye ve böylece hükümeti, dayatmalarını kabule zorlayacak demektir. Taraflar arasında anlaşma olsa bile terör örgütü şu veya bu bahaneyi ileri sürerek terörist eylemlere başvurabilecektir. Sürecin aynen devam etmesi durumunda teröristlerin silah bırakması değil, devletin terörist örgütün rehinesi haline gelmesi söz konusu olacaktır. Kandil’e kara harekâtı, terör örgütünün dayatmalarına karşı ve devleti onun rehinesi olmaktan kurtarmak için düşünülüyor olsa gerek!