Yine bir deprem yine yıkım yine ölümler yine viraneye dönen kentler. Bu kez yıkımın adresi Van dı. Dün Körfez, Düzce, Kütahya… depremleri, Japonya‘da tsunami, Fukişima‘da nükleer sızıntı, New Orleans‘ta tufan, bugün Tayvan‘da sel, Van‘da deprem. Kapitalizm tabiat olayları karşısında adeta üç maymunu oynar. Çünkü onun doğasında ki kar hırsı bu yıkımların mimarıdır.
          Konunun en yetkin insanlarından İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp: “Bu doğal olay bugün afete dönüşmüşse bunun nedeni siyasilerdir. Van’daki depremi herkes önceden bekliyordu. Bekleniyor da ne yapılıyor? Hiç bir şey.” diyerek öldürenin deprem değil kapitalist sistem olduğuna işaret etti.
         Van‘da depremlerde yaşanan yıkımların yıllardır değişmeyen çarpık yapılaşma ve buna yol açan kapitalist politikalardan kaynaklandığı bir kez daha görüldü. Depremden sonra halk kendi imkânlarıyla enkazı kaldırmaya ve altındakileri kurtarmaya çalıştı. Karanlığın düşmesiyle aydınlatma sorunu yaşandı. Devlet yetkililer ise sadece açıklama yaptı. Başbakan bakanlar sürüsüyle kente koştu ana muhalefet eksik kalmayacağını bildirdi. Ama ortada yardım yok düzenli bir kurtarma çalışması yok. Zenginlerin devleti yine depremin faturası için “dayanışma, yardımlaşma” programları düzenleyerek emekçi halkın vicdanlarına seslenerek on yıllardır topladıkları “deprem vergisinin” çar çur edildiğini itiraf etmiş oldu.
          Bakmayın zenginlerin sözcülerinin “salya sümük” gözyaşlarıyla Van’ı yeniden inşaa edeceğiz lafazanlığına. Leşe üşüşen iştahlı akbabalar gibi yeni kar ve rant kapıları açıldığı için ellerini ovuşturuyorlar.
          Her zaman olduğu gibi bu kez de kardeşlerinin yardımına koşturan, seferber olanlar işçiler, emekçiler oldu. Güzel ve yiğit insanlar diyarı olan ülkemizin dört bir yanında dayanışma ağları kendiliğinden örülüp, yardımlar akmaya başladı. İşçilerin emekçilerin üstünden nemalananlarda sessiz kalamıyor bu seferberliğe, şirin görünmek için onlarda yardım koşuşturmasına katılmak zorunda kalıyorlar. Kapitalist kurumların yaptığı bu yardımlarda zerre kadar insaniyetlik olmadığını,reklam ve “tribün” odaklı olduğunu biliyoruz.. Onların tek derti yardımların reklâm olarak geri dönmesidir.
            Peki “Sosyal Devlet” ne yapıyor? Sahneye çıkıyor yardımların dağıtımına el koyarak üzerine düşeni yani yardımın gecikmesini sağlıyor. Ya da “bağımsız”  olması ve çalışması gereken Kızılay gibi kuruluşların işine de karışarak “sorumluluğu” üzerinden atarak hedef şaşırtmaya çalışıyor.
           Evet deprem, sel, tufan… doğal bir afettir, bugünkü teknolojik koşullarda engellenebilir de değildir. Ancak insanlık, neden bugüne kadar bunca yıkım, ölüm, deprem zincirine karşın sıkış tepiş yaşamaya mahkum? Afetlerden sonra, TV’lere çıkartılan o pek kelli felli burjuva bilim adamlarının kitlelere söyledikleri tek şey: “Afetlerle yaşamaya alışmalıyız.”. Marmara ve İstanbul’da 5-10 yıl içinde kaçınılmaz olduğu belirlenen 7 şiddetinde bir depremin binlerce can alacağını bildikleri halde vaaz ettikleri işte bu:              “Depremle yaşamaya alışın”. Kapitalizm şehirleri, hatta petrol tesislerini, nükleer tesisleri fay hattının üzerine kursun denizi doldursun, dere yataklarına mahalleler kursun ama işçiler ve emekçiler afetlerle yaşamaya alışsın.
            Evet, işte kapitalizmin teknolojik ve bilimsel olarak söyleyebildiğinin hepsi bu: Ölü sayısının azaltılması ve ölümle yaşamaya devam etmek! Bile, bile lades. Daha geri olarak bilenen ülkelerde her yıl aynı bölgelerde aynı mevsim ve dönemlerde muson yağmurlarıyla, fırtına ve heyelanlarla ölen on binlerden farkı ne bunun? Türkiye’de sel baskınlarında ölümlerden sonra hep suçlanan “dere yatağına ev yapan” yoksul emekçiler oluyor da, niye deprem yatağına şehir, nükleer santral, petrol tesisi yapanlar suçlanmıyor?
            Kapitalist sistem doğal felaketlerin birinci dereceden sorumlusu olmakla kalmayan, sonrasında onlardan kar elde eden bir sistemdir. Onunla baş edebilmenin tek yolu kar için değil toplum için üretim sistemine geçilmesidir.. Toplumcu üretim modelinde emek gücünün korunması, sağlıklı konutlar, toplumsal gelişmeyi sağlayacak bir şehirleşme modeli birincil öncelik olduğu halkımız tarafından bilinmelidir.