TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun (DAK) hazırladığı raporun bazı bölümleri kamuoyuyla paylaşıldı. Böylece, darbelerle hesaplaşma ve toplumsal bilinç yaratma retoriği üzerinden, devlet aygıtının egemenlerin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılması sürecinin kesintisiz bir şekilde işletildiği bir kez daha gözler önüne serildi.
      Bu süreç toplumsal hafızanın silikleşmesini hedefleyen kapsamlı bir operasyon biçiminde ilerlemektedir. Siyasal iktidarca tam bir tiyatro oyununa dönüştürülen 12 Eylül yargılaması, Ergenekon operasyonu gibi hamlelerle “askeri vesayetin aşılması”, “derin devletle hesaplaşma”, “demokrasinin gelişmesi” söylemleri eşliğinde sermaye düzeninin ceberut yöntemleri format değiştirerek en kaba biçimiyle yaşamımızda hükmetmeye devam ediyor.
    Aslında dün olduğu gibi bugün de devletin kutsallığı ve bu kutsallığın en “derin” biçimde korunması gerektiği zihniyeti aynen devam ediyor. ABD emperyalizmine tam bağımlılık çizgisinden hareketle bölgede güç olmaya çalışan, bunun için izlediği yayılmacı dış politikayı derinleştiren günümüz iktidarı, içerde de istikrarı hâkim kılmak için her türlü baskıcı yönteme başvurmuştur, yapısı gereği başvurmaya da devam edecektir. Ekonomik sistemin bugünkü kapsamlı krizi tüm dünyada polis rejimi uygulamalarını benzeştiriyor, ülkemizde olduğu gibi polisin orantısız güç kullanması hadiseleri sıradanlaşarak kendini dayatıyor.
     Raporun “genel değerlendirme” bölümünde, “Özel Harp Dairesi, kontrgerilla ve gayrinizamî harp”e geniş yer verilmiş. Rapor, bir bütün olarak “zorun” gelenekselleşmiş devlet politikası olduğu gerçekliğinin üstünü örtmek amacını taşısa da önemli ipuçları veriyor. Elbette tarihi boyunca işçilere, emekçilere, ezilenlere, ötekileştirilenlere ve yok görülenlere karşı kesintisiz bir şekilde uygulanan baskıcı ve imhacı gelenek ile devletin hangi sınıfa hizmet ettiği gerçeği birbirinden koparılıyor. Raporda “Hâkim ve oligarşik bir yapı olan askeri yelpaze etrafında ve liderliğinde oluşmuşsa da yapının içinde istihbarat, medya, sermaye ve bürokrasiden unsurlar mevcuttur. Uygulayıcılar ise görünür yer üstü birimi özel kuvvetler komutanlığı; Yeraltı birimleri ise vatansever sivillerden müteşekkildir” biçiminde yapılan “derin devlet” tanımlaması devletin gerçek yüzünü gizlemeye yetmiyor.
       Öte yandan, bu politikanın ordu-bürokrasisinin bir kanadı tarafından dönemsel ve zorunlu bir yöntem olarak izlendiği, ancak bugün bu durumun geride kaldığı yanılsaması yaratılmak istenmektedir. Yaşanmış ve yaşanmakta olan tüm kötülüklerin, ceberut uygulamaların kaynağını MGK ve Genel Kurmay Başkanlığına bağlamak, devletin en önemli zor aygıtının sanki başına buyruk, kendiliğinden bu ceberut politikaları geliştirdiğini göstermek isteyerek gerçekte devlet aygıtının egemen sermayenin emrinde olduğu kalın bir sis perdesiyle gizleniyor.
       Provokasyonlar, kitlesel katliamlar, işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhuller ve çeşitli zorba yöntemlerin sorumluluğu askeri vesayete havale edilerek, egemenlerin kanlı tarihinin üstü örtülmeye çalışılıyor. Raporda, devletin bir bütün olarak egemenleri ayakta tutmak için uyguladığı ve öteden beri kullana geldiği karanlık yöntemlere yalnızca işret ediliyor. Ergenekon ve Balyoz davaları, DAK’ın hazırladığı rapor sistemim “bağırsaklarını temizleme”, arınma hamlesi gibi servis edilerek; on binlerce insanın fişlendiğini, “iç ve dış” tehditlere karşı devletin resmi aygıtları dışında kontrgerillanın ve harekete geçmeye hazır “sivil” odakların varlığını, devlet zor aygıtlarının bire bir katıldığı katliam ötesinde vahşet operasyonlarını gizlemeye yetemez.
      Devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla “çeteleşen devlet” şeklinde ifşa olduğu Susurluk’tan Şemdinli’de Umut Kitapevi önünde suçüstü yakalanan “iyi çocuklara” kadar, geniş bir tabloyu gözler önüne sermesi bakımından ve yakın geçmişimizdeki olayların neden olduğunu göstermesi açısından malumun itirafı da diyebileceğimiz raporun yinede tamamı dikkatlice okunmalıdır.
       Raporda geçen ceberut uygulamaların faili kurum ve kuruluşların isimleri zaman içinde farklılaşsa da uyguladıkları yöntemler değişmediğini hep beraber yaşıyoruz. ABD emperyalizmine tam bağımlı olan ülkemiz egemen sermayesi “iç ve dış” tehditlere karşı uygulaya geldiği kontra yöntemler bugün de kesintisiz devam ediyor. Dün NATO’ya girebilmek için Kore’ye asker gönderen, emperyalizmin Ortadoğu ve yakın Asya ya yönelik ileri karakolu olma görevini gönüllülükle üslenen devletin tüm kurum ve kuruluşları, bugün de Ortadoğu ve yakın Asya da emperyalizmin çıkarları doğrultusunda hizmet veriyor. Ülkemizin bir savaş ve saldırı üssü olarak kullanılmasının, toplumsal muhalefetin teslim alınmasının yâda “majestelerinin muhalefeti” haline getirilmeye çalışılmasının arkasındaki bağ ile baskı zulüm politikaları doğru orantılıdır.
      Raporu tüm bu gerçekler doğrultusunda okumalı, “gerçek temizliğin” ezilenlerin ve emekçilerin iktidarından başka bir iktidarca gerçekleştirilemeyeceğinin farkında olalım.