Çankaya Ankara’nın, Ankara Türkiye’nin kalbi...
İster paniğe kapılmış bir vatandaşın can havliyle dışarıya savurduğu ev tüpü olsun araç, ister ustalıkla hazırlanmış bir bomba; nihayetinde bu ülke tam kalbinden “dinamitlendi” dün. (Dinamit, lafın gelişi...)
Meclis’i orada... Genelkurmay’ı orada... Bakanlıklar’ı orada... Yüksek yargı organları orada... Hazine orada... Hiçbiri olmasa ne olur milyonlarca “insan” var orada...
Ama hem Başbakan, hem Cumhurbaşkanı “ailece” yurt dışında olunca, özel istihbarat birimleri / özel güvenlik birimleri “sürüyü” (çok afedersiniz kafam hâlâ Başbakan’ın çoban olmadan siyasetçi olunmaz konseptli açılımında da!) “toplum”u korumaya gerek görmemiş, yan gelip yatmış olacaklar ki, Hükümet Sözcüsü kameraların karşısına çıktığında, kendisine, merak, panik, telaş ve kaygı içindeki kamuoyuna aktarabileceği iki satır “net” bilgi verilmemişti belli...
Tüp müydü, bomba mı!
İnsanlar öldüler mi, kaldılar mı!
Saatler sonra bile, hâlâ birbirini yalanlıyordu “yetkililer” ekranda:
Belediye Başkanı “Bir binadan tüp atılmış” diyordu...
Başbakan Yardımcısı “bomba tespit edilmiş” ...
Vali patlamanın tüp olma ihtimali üzerinde dururken “ikinci bomba ihbarı”nın gelmediğini söylüyordu!..
Ki o da haklı...
“İkinci bomba” olması için önce “birinci” var mı, yok mu uzlaşmış olmak gerek tabi!
İçişleri Bakanı ölenlerin “adedini” hesaplamaya çalışırken; Terörle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcısı:
“Can kaybı yok, 15 yaralı var...”
Almanya’dan bildiren Cumhurbaşkanı:
 “Ankara’daki patlamada hayatını kaybedenler var!”
 
***
 
Demem o ki, “üç” değil “üç milyon” koyunu güderek siyasetçi olmuş olsanız ne yazar...
Siz “milleti” koyun yerine koyuyor olsanız bile devletin hali ortada:
Saldım çayıra Mevlam kayıra!
 
Not:
Büyük ısrar var, “ille de sor” diye. Elçiye zeval olmaz cesaretiyle (yoksa kolay mı öyle soru sormak koskoca Başbakan’a...) sorayım ben de:
Siyaset yapmak isteyenlere “en az üç koyun gütmüş olmak” kriteri getirilen bir ülkede, Başbakan uçağında ağırlanan gazeteci olmak için de “me-lemeyi bilmek” gerekiyor olabilir mi!
Malum son tahlilde medyayı da güdüyor birileri!
 
Mahkeme karar metni sanan yanılır
Günlük bir gazetenin köşesine kurulmıuş, aynen şöyle
yazıyor:
 “Nedim ve Ahmet’in yanına Soner Yalçın’ın da eklenmesi Oda TV suç örgütü üyelerinin tam istediği şey. Nitekim sürekli bunu yapmaya çalışıyorlar. ‘Nedim, Ahmet ve Soner’diyerek tuzak kurma, şantaj, tehdit, komplo, fişleme, kişisel verileri yasadışı kaydetme, kin ve düşmanlığı tahrik ve darbecilik suçlarını alenen işlemiş bir çeteyi kurtarmaya çalışıyorlar. Bunu yapma nedenleri muhtemelen bu suç örgütüyle olan kirli ilişkilerini kamufle etmek...”
Gazeteciliği, “yargısız infaz hakimliği” sandığı besbelli...
 
Barıştıkları nasıl da belli
Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün Almanya gezisi sırasında kullandığı ve Madonna gibi ünlü isimlerde görmeye alıştığımız Hermes marka çanta, ister istemez akla, Tayyip Erdoğan’ın çanta merakını sağır sultanın bile duyduğu eşi Emine Erdoğan’ı getirdi. Ne dersiniz, fiyatı 6.400 ile 19.200 TL arasında değişen deve kuşu derisi “Constance” Emine Hanım’ın tavsiyesi olabilir mi!
 
 BASINDAN SEÇMELER
 
 
Siyaseten “dolandırıcılık” özrü
Seçimlerden hemen önceydi...
Dönemin Milli Eğitim Bakanı, atanmayı bekleyen yüz binlerce öğretmen adayının yüreğine su serpecek bir açıklama yaptı:
 “Bu sene 55 bin yeni öğretmen ataması yapacağız...”
Bu haber, işsizliğin pençesinde kıvranan öğretmen adaylarının evlerinde bayram havası estirdi...
Haklıydılar sevinmekte:
Yıllarca okumuşlar, meslek sahibi olmuşlardı ama atamaları “kadro yetersizliği” gerekçesiyle bir türlü yapılmıyordu.
Yürekleri kıpır, kıpırdı...
İnanmışlardı bu söze...
Öyle ya; “devlet yalan söylemez” di!
 
***
 
Bu sözün üzerinden sadece üç ay geçti!
Nimet Çubukçu’nun yerine Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturan Ömer Dinçer, dün özür diledi.
“55 bin öğretmen atayacağımıza söz verdik ama yerine getiremedik” dedi.
Bu sözü tutabilmek için “çok çaba sarf ettiklerini, ancak hükümetin tahsis edebildiği kaynaklarla bunu gerçekleştirebilmelerinin olanaksız olduğunu” söyledi.
 
***
 
Sözü veren, AKP’nin kurduğu önceki hükümetin bakanı...
Yerine getirmeyen ve özür dileyen, aynı partinin bugünkü hükümetinin bakanı!
Eğer özür gerekçesi doğruysa, yani hükümetin tahsis ettiği kaynak gerçekten yetersizse, bunun o sözün verildiği dönemde de biliniyor olması gerekmez mi?
Yani, ortada bir “bilgi eksikliği” ve buna bağlı “öngörü eksikliği” yok...
Söylemesi acı verici ama...
 “Umut tacirliği” var!
AKP, yüz binlerce ailenin oyunu alabilmek için “öğretmen atamaları” üzerinden siyaset yaptı!
Oyları cebe indirdikten ve tekrar iktidara geldikten sonra ise...
Bir “kuru özür” le, bu ayıptan kurtulmaya çalışıyor...
 
***
 
Böyle bir “kandırmaca” ticarette olsa...
Diyelim ki bir seyahat acentası, müşterisine “beş yıldızlı otelde her şey dahil bir hafta” tatil satsa...
Parayı alıp kasasına koyduktan sonra, o hizmeti sattığı müşteriyi beş değil üç yıldızlı bir otele üç günlüğüne tatile gönderse...
O firmanın yöneticileri hakkında “sahtekârlık ve dolandırıcılık” suçlarından dava açılır...
Sadece aldıkları parayı iade etmekle kalmazlar; aynı zamanda bilmem kaç yıl hapis cezasıyla yargılanırlar!
Gelin görün ki; ticarette ağır bedel ödenmesini gerektiren bu yöntem, siyasette doğal karşılanıyor!
Çünkü “tüketici” yi koruyan kanunlar, ne yazık ki “seçmen” i koruyamıyor...
Seçmen; her seçim öncesinde verilen sözlere inanıp, oyunu, belki de asla vermeyeceği bir partiye veriyor!
Seçim sonrasında ise bu sözler tutulmuyor!
 “Oy iadesi” yapılamadığı gibi, verdikleri sözleri tutmayanlar “sembolik” bile olsa cezalandırılmıyor!
Ve kimse, bu duruma itiraz etmiyor, edemiyor!
 
***
 
Milli Eğitim Bakanı’nın dünkü “özrü”, siyaset tarihimizde bir dönüm noktası olabilir!
Bunun için tüm öğretmen adaylarını, kendilerine verilen bu sözün tutulmaması nedeniyle yasal haklarını aramaya davet ediyorum!
Mustafa Mutlu / Vatan
 
 
 
 
--------------------------------------------------------------------------------
 
 
 
 
Soldan soldan geliyorlar
Biz “Kanmayın bu liberallerin sahte duyarlılıklarına... Yaptıkları basbayağı nebbaşlık aslında...” diye yazınca, bir kesim küfür kıyamet gidiyordu: “Sizin gibi faşistlere mi kaldı benim “aydınım”a laf söylemek!”
Madem biz söyleyince “faşistlik” oluyor, önyargıları kapıyor kimilerinin gözünü, kulağını, aha da her fırsatta “sol” kimliğini öne çıkaran BirGün... Tam sayfa, “İhanete ödül” diye döşenmiş Hrant Dink Ödülü’nü alan Ahmet Altan’a.
Sungur Savran imzalı uzuuuuun yazıdan kısa bölümler meraklısına:
“Ahmet Altan’ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu Taraf gazetesi, daha bir yıl önce, AKP hükümeti ile Hrant arasında “taraf” olmak gerektiğinde tercihini AKP hükümetinden yana yapmıştır. (...) Hrant’ın gazetesi Agos’un şimdiki yönetmeni Etyen Mahçupyan Taraf’ta köşe yazarı. Agos’ta köşe yazarlığı yapan bir başkası, Markar Esayan, Taraf’ın yayın koordinatörü bu nasıl iştir? (...)ödülün Ahmet Altan’a verilmesi ayrıca ödülün kendini tanımlayışına da aykırı. Ahmet Altan ne zamandan beri daha adil bir dünya için çalışıyor da biz hiç duymadık. Hrant solcuydu. (...) Liberal bir klik Hrant Dink’in mirasını liberalizmin propagandası uğruna harcıyor.(...) İnsanın özgür bir toplum için mücadele etmesi için ille de liberal mi olması gerekiyor? Hrant’ın ailesine bir çağrı yapmak isterim: Hrant’ın mirasını dar ideolojik önyargılarına ve mücadelelerine araç edenlerden hesap sorun.”
 
 
 
 
--------------------------------------------------------------------------------
 
 
 
 
TBMM’ye lüzum kalmadı...
Milletvekilleri geldiklerinde bakacaklar:
TBMM kapalı...
Sıralar boş...
Oturum yok...
Ama 34 kanun çıkmış...
Kalkıp “Biz milletin vekiliyiz... Milletin haberi olmadan bu kadar kanun nasıl çıkar” da diyemezler...
Çünkü “milletin haberi olmadan” onları milletvekili yapan da aynı şeydi...
Ne yapacaksınız?..
Millet kul hükmünde...
Milletvekilliği çul hükmünde
olunca...
Badem’in ağzından çıkan da kanun hükmünde olabiliyor...
TBMM’ye lüzum kalmadan...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
 
 
 
 
--------------------------------------------------------------------------------
 
 
 
 
Büyüklere masallar
Hiçbir hükümet silahlar susmadan terör örgütüyle pazarlığa oturmamıştır. Taviz vermemiştir. Bir başka ülkenin nezaretinde görüşme yapmamıştır. Ve görüşme yaparken yakalanmamıştır.
AKP hükümeti bu hataların tümünü birden gerçekleştirdi.
Bu konuda MHP lideri Bahçeli, CHP’den çok daha tutarlı ve özlü bir eleştiri yaptı. Görüşmenin içeriğini sordu... Hükümetin PKK ile hangi konularda anlaştığını açıklamasını istedi.
Bakalım iktidar “Bu görüşmeyi biz yapmadık devlet yaptı” masalıyla sorulardan kaçabilecek mi?
Melih Aşık / Milliyet
 
 
 
 
--------------------------------------------------------------------------------
 
 
 
 
Demokratik devletin sigortası olan bağımsız kurumları bile kendilerine bağlayan Başbakan’dan habersiz, terör örgütü ile görüşme yapmayı kim hayal edilebilir?
En iyisi, ensesine tokat attığı arkadaşına “Ben vurmadım, elim vurdu” diyen çocuklar gibi davranmaktan vazgeçip gerçeği cesaretle kabullenmek ve savunmaktır.
Güngör Mengi / Vatan
 
 
 
 
--------------------------------------------------------------------------------
 
 
 
 
Ortada suç var ki “harcatmam” diyor
İşin saklanacak tarafı yok. PKK terör örgütü ile yapılan gizli görüşmeler ve örgüte sözler verilmesi Anayasamıza ve yasalarımıza göre suçtur.
Bu nedenle savcıların derhal harekete geçip sorumlular hakkında soruşturma açmaları gerekir.
Zaten bu durum bilindiği için başta Başbakan olmak üzere hükümetin bütün yetkilileri MİT Müsteşarı’nı “harcamayız” diyerek koruma altına aldı. Ortada bir suç olmaza hükümet niçin MİT Müsteşarı’nı savunmaya kalksın ki?
Can Ataklı / Vatan