Yaşadığımız şu hayata ve insan ilişkilerine dair çok söz söylenebilir, 
Örneğin; Arthur Schopenhauer’un şu cümlelerine acaba hangimiz hak vermeyiz
“Bir insan, kendisine bağımlı olduğunuza inanırsa, bir anda zıvanadan çıkar; sanki ona borçluymuşsunuz gibi, alacağını tahsil etmeye çalışır. Bir insana karşı üstünlük kurmanın tek yolu, ondan bağımsız olduğunuzu hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstermektir.”
 
Evet, gerçekten bazı insanlar bize karşı sanki borçluymuşuz bizden alacaklılarmış gibi davranıyorlar. İkili diyaloglarda kendini her zaman yukarılarda konumlandırmaktan, kibrini siper edinerek karşısındaki insanı sıfırlamaktan hiç çekinmiyorlar. Birde tüm bunların üstüne göstermiş olduğumuz mütevazılık ve iyi niyet bu insanların cephesinde bir acizlik ve korkaklık olarak algılanıyor. Alçakgönüllülüğümüz ve sessizliğimiz ise bir düşkünlükmüş gibi hissediliyor.
 
Tüm bunlar aklıma Hz. Mevlana’nın Divan-ı Kebir’inde geçen şu sözünü getiriyor. "Aşağılık kimseler cefa gördükçe bağlılık gösterir, vefa gördükçe cefa ederler". Evet, herkes kendi mayasının gereğini yapar. Bakırdan altın, altından bakır olmasını bekleyemeyiz.
 
Esasında, devamlı surette kötülüğe ve hileye şahit olan bir insanın güven kaybı yaşaması doğaldır. Fakat bu güven kaybının dışında devamlı kötülüğe maruz kalış belli bir süre sonra kişileri yaşadıklarını yaşatma noktasına getirmektedir. İlk etapta iyi niyetli olan çoğu kişi iyi niyetinin karşılığında hep ihanet hep kötülükle karşılaşınca o da bu ters algının bir kölesi olmaktan kurtulamamaktadır. Özünde iyi olan çoğu insan bundan dolayı bir türlü kendine dönememekte ve bu kötülük sarmalından kurtulamamaktadır. Papaza kızıp oruç yemek kabilinden maalesef çoğu kişi bilerek veya bilmeyerek kötülüğün yıkıcılığında iyilik, iyiliğin yapıcılığında ise bir yıkım görmekten kurtulamıyor. Bunun sebebi kötünün ve kötülük olgusunun aktif, iyiliğin ise pasif kalmasıdır. Ne yazık ki kötülerdeki cesaret ve girişkenlik çoğu iyi insanda yoktur.
 
Çağımız bencilliğin zirvede olduğu bir çağdır. Küresel anlamda toplumları tek tipleştirmek ve bir tüketim nesnesi haline getirmek için rol model olarak sunulan insanların bencil ve narsist bir kişiliğe sahip olmaları ve bu tutumlarının yazılı ve görsel basın nezdinde meşru kılınması bir bulaşıcı hastalık gibi megalomanlığı toplumlara yaymaktadır.  İnsanların kendilerine kötülük edip kibirli davrananlara karşı derin bir eziklik ile saygı göstermeleri,  mütevazılığı ise acizlik ve zayıflık olarak algılamaları esasında zehri ilaç ilacı zehir sanmaktan daha kötü bir hastalıktır. Bu durum toplumlarda manevi ve ruhsal yıkımlara yol açabilir.
 
Çocuklarımıza eğer kibri ve bencilliği bir miras olarak bırakmak istemiyorsak bu ters algıyı kırıp vefa göstermek iyiliği çoğaltıp kötülüğü azaltmamız gerekmektedir. İyilik yapıp denize atmak balık bilmezse Hâlik bilsin demek ve de karşılıksız, sırf Allah için sevmek bu işin formülü olsa gerek.
 
Bizim medeniyet algımızda su-i misal hiçbir zaman emsal olarak görülmemiş hep iyilik ve güzellik ön plana çıkarılmıştır. Bundan dolayı yukarıda saydığımız hususlar çoğu zaman münferit olaylar olmaktan öteye gidememiştir. Gerçekten yüreği temiz ve kalbi saf insanlar kötülüğe bile iyilikle karşılık vermesini bilmişlerdir. Sövene dilsiz vurana elsiz olabilmek her kişinin değil er kişinin işi olsa gerektir.